Bu iki kelime arasındaki tedaîyi en fazla bizim neslimiz bilir.
1980´deki 12 Eylül ihtilaline kadar, Nurcu kimliğine sahip hemen herkesi Demirel ile irtibatlandıran siyasal islam’ın üstün çaba ve gayretiyle, siyasetten haberdar dindarlarımızın zihinlerinde böyle bir telakki oluşturulmuştu. Bu telakkinin tarihçesine geçmeden önce, konuyu biraz daha müşahhasça temellendirelim.
Bize göre Demirel ile Nurcuların yolu iki farklı zaman ve mekânda kesişmişti. En önemlisi ve meşhuru onun demokratları temsil makamına seçildiği yıllar olsa da,Süleyman Bey’in Nurcularla irtibatı İslamköy´ün kerpiç ve kargir karışımı sıvalı evlerinin daracık sokaklarında koşuşturmaya başladığı zamanlara dayanıyor. Barla ile İslamköy´ü birbirinden ayıran dağ Hafız Ali´yi Bediüzzaman’a patika yollardan kavuşturunca, Hafız’ın talebesi ve akrabası olan Süleyman da, dolaylı olarak Nurlala ve Nurcularla irtibata geçmişti. Demirel’in hatıralarındaki Hafız Ali´yi tahlil ettiğimizde, Bediüzzaman’da erimiş bu Hocaefendi’nin küçük Süleyman’ın dünyasındaki renkli serüvenini de rahatlıkla takip edebiliyoruz. Kuvvetli bir ihtimalle diyebiliriz ki, mektebin henüz gelenekselleşmediği İslamköy´den çocuk Süleyman´ı Afyon´daki yatılı mektebe götüren, Hafız´ın ders ve telkinleridir. İmanın ateşten kor olup elde muhafazasının neredeyse imkânsızlaştığı zamanlarda Afyon lisesindeki bu gencin namazlarını kılması, geleneksel iman çizgisini okulda bir kimlik olarak taşıması ilginç değil mi? Belki de, İstanbul Teknikte Necmettin Erbakan, Recai Kutan ve sonradan meşhur olan arkadaşlarıyla cemaatle namaz kılmasında, yine dayısı sayılan Hafız Ali´nin büyük tesiri vardı.
ÇİÇEĞİ BURNUNDA GENEL BAŞKAN...
Süleyman Demirel ile Hafız Ali ilişkisini Zübeyir Gündüzalp ve onun çevresindeki birkaç kişi biliyordu. Ama Isparta’daki Nurculara siyasal İslam’ı musallat eden Kemalistler, burada temayüz etmiş olanları Adalet Partisi’nden uzaklaştıracaklardı. Bediüzzaman’ın vefatıyla dağılan ve bazıları savrulan Nurcuların İslamköylü genç siyasetçiyitaakip etmeleri fevkalâde güçtü. Demokrat misyona genel başkan olduktan sonra, Bediüzzaman Hazretlerinin talebelerinin yakın takibine giren Demirel’e Risale-i Nur’lardaki hakikatleri, meşveretle birkaç kişi mütemadiyen aktaracaklardı: 12 Mart cuntasıyla mücadelesinde, Kemalistlerin MSP ile demokratlara darbeler vurmaya çalıştığı zamanlarda ve Demirperde Blokunun Anadolu’yu Halk Partisiyle ilhak için başlattığı genel taarruzlarda da, Demirel her an Nurcuları yanı başında bulacaktı.
1966’da İsmet Paşa Uşak nutkunda Demirel´e Said Nursî’nin halifesi derken neyi kastediyordu… Belki de Süleyman’ın çocukluğuna iniyordu Paşa. Kemalist rejimiin arşivlerinde, İslamköy’de hangi evlerde, gecenin karanlıklarında mum ışığında Nur risalelerinin yazıldığı kayıtlıydı. Ümmühan Anadan diğer İslamköy´ün beyaz yaşmaklı hanımlarına kadar... Nazmiye Hanım’ın Bediüzzaman’a gönül vermiş muhterem pederine kadar...Kuleönü, Atabey ve Aras´ın Nurcularına kadar... Okul mevsimi dışında ailesine çobanlıktan bağ bahçeye kadar yardım eden Süleyman’ın köklerini iyi bilen İsmet Paşa, bunu açığa vuruyordu o sözüyle.
Köklerine, geleneğine ve köyüne son anınaa kadar sadık kalan Demirel, Nurcularla olan gönül bağına da sadakatini korudu. Kütüphanesinden eksik olmayan risaleler, beyanatları ve ziyaretine gelen Nur talebelerine sıcak alâkası ile bunu gösterdi.
Demokrat Partinin kuruluşunda vazife almış bir babanın evladı olarak Demirel ile olan kalbî alakadarlığımız hiç eksilmediğinden, 1968´den günümüze gelen bu mezkûr çizgiyi az çok hatırlıyoruz. Hiçbir zaman parti ocağına gitmediğimiz, kayıtlı vazife almadığımız ve bir çayını bile içmediğimiz halde, yukarıda isimlerini zikrettiğimiz ağabeylerin meşveretiyle alınan kararlar gereğince, talebeliğimizde Kırat ile birlikte koşuşturduk.Yaz kış, dağ dere demeden, kurşun ve tehdit dinlemeden.
12 EYLÜL EŞKİYASI, NURCULAR VE DEMİREL...
Tarihimizin en münafıkâne, derin ve zehirli ihtilâli 12 Eylül´dür demeye devam edeceğiz. İhtilâl öncesinde temayüz etmiş Nurcularla Demirel arasındaki irtibat o kadar canlıydı ki, bu Kemalistlerle komünistleri çok rahatsız etmişti. Nur risalelerinin basımının yasak sayıldığı, hiçbir politikacının Nurcularla aynı karede görünemediği ve Said Nursî’nin Kemalistlerce yobaz-mürteci-bölücü olarak propaganda edildiği sıralarda Demirel, basın toplantılarında ve laik elitlerin Taksim buluşmalarında Risale-i Nur’u savunuyor, Said Nursî’den örnekler veriyordu.
Temayüz etmiş Nur Talebeleriyle Demirel arasındaki trafiğin sıklığını hatırlayanlar bu yollarda M. Sungur´u, Bayram Yüksel’i, 1972´ye kadar Bekir Berk´i, Osman Demirci’yi, Muzaffer Aslan´ı, M. Kutlular’ı, M. Fırıncı’yı, M. Birinci´yi, Mahmut Allahverdi´yi, Nazım Gökçek´i, Ali Mutlu´yu, Ali Uçar´ı, Mehmet Kırkıncı Hocayı, hattat Rafet Kavukçu ve Mustafa Özsoy gibi nice kahramanları Güniz Sokağın kavşağında göreceklerdir. Bu vesile ile bu isimlerden rahmete gark olmuş olanları da anmış olduk.
Kemalistlerin 12 Eylül’deki en büyük başarıları, Nurcular başta olmak üzere dinî cemaatleri parçalamak olmuştur.Yeni Asya’yı bırakıp devletin çizgisine giden o günün bazı Nurcuları, vaesefa ki sonradan sonraya siyasal İslama taraf olacaklardı. Birçoğu ahirete intikal etmişlerin merhum Demirel’e yazdığı mektuplar ve birlikte çektirdiği resimler demokrasi müzesindeki yerlerini almasalardı, belki de bu satırları yazmayacaktık...