İçtimaî meselelerin laboratuvarı zaman ve cemiyettir.
Fennî meseleler kadar kolay isbat edilemezler. Zamanın hükmünü, toplumun, ıztıraplar içinde beklemesi gerekiyor. Siyasal İslâm’ın en büyük ihtilâl olarak nazara vermek istediği 28 Şubat hareketinin, 12 Eylül ihtilalinden sonra millettin ellerine ve ayaklarına takılan kelepçe ve zincirlerin gevşemesine karşı, yalnızca bir “BALANS AYARI” olduğunu kabul etmeyenleri, tarih delilleriyle tekzib etti. 12 Eylül’deki Kemalizm değişimi, klâsik siyasal İslâm’ı önce saha dışına atmıştı. Turgut Özal ve çevresine toplanan Türk-İslâmcı üslûbun, milleti iğfalde daha tutarlı olacağını, Kemalistler biliyorlardı. Erbakan üslûbunun getirdiği bıkkınlık, milletteki “teceddüd” beklentisi ve devreye giren Kissenger’in çocuklarının isteği, ılımlı ve kısmen kısmen liberal olarak da takdim edilen Özal çizgisini benimsetmişti kamuoyuna…
Turgut Özal ve ANAP hareketini siyasal İslâmcılar kategorisinden saymayanların iddiaları; içerde ve dışardaki masonların iktidarın çevresini sarmalarıydı. Hakikatte Özal da İskenderpaşa ekibindendi. 1977 seçimlerinde ise MSP İzmir adayı olmuştu. Yakın çevresini de Nakşiler, Nurcular, Süleymancılar ve safî Türkçülerle süslemişti. Ve Özal’ın ölümüne kadar Erbakan çigisi bir varlık gösterememişti. Ne zaman ki, Demokratlar ihtilâlin anti-demokratik kanunlarına rağmen tekrar demokrasi yolunda derlenip toparlandılar; Kemalistler istihbarattaki milliyetçilerin de yardımıyla “MUKADDES İTTİFAK” tuzağını ülkenin yoluna döşediler. İsmi demokrasiye ve insanî değerlere aykırı olan bu tuzağın nasıl kurulup işlediğini genç araştırmacılarımıza bırakacağız. Dini, mukaddesatı ve tarihî değerleri hasis menfaatleri uğruna istismar edenlerin ittifakını kullanan Kemalistler, Erbakan’ın idaresindeki siyasal İslâm’ın önünü ansızın açıverdiler. 12 Mart müdahalesinden bu yana askerlerle ve Kemalistlerle münasebetlerde tecrübe kazanmış Necmettin Hoca, ansızın kendisini başbakan olmuş buluverecekti. Gerek Almanya Millî Görüş Teşkilâtı’nın kıymetli idarecilerinden ve gerekse 28 Şubat sürecinde ülkeyi terk etmek durumunda bırakılan siyasal İslâmcı politikacılardan duyduğumuz bir husus vardı: Merhum Erbakan, birilerinin kendilerini adeta iktidara ittiklerini çevresine anlatıp duracaktı.
Nur Talebelerinin başından beri siyasetle uğraşan kardeşlerine anlatmak istedikleri husus da bu idi. Türkiye siyasetinin Avrupa’dan gelen menfî cereyanları siyasal İslâm’ın tanıyamaması, onların tuzağına düşmesine yol açıyordu. 28 Şubat’ta da öyle olmuştu. Kemalistlerin Sincan’da tankları yürütmeleri, Cemalettin Kaplan Hoca’nın Almanya nümayişleri ve münafık dinsizlerin İslâmî şeaire açtığı savaştaki argümanları, müstakilen tahlil ettiğimizde; siyasal İslâm hareketinin ne kadar hazırlıksız yakalandığını kendileri de İslâm’ı da müdafaa edemediklerini ve Kemalistlere karşı izzetli bir duruş sergileyemediklerini müşahede ediyoruz.
SİYASAL İSLÂMCILARDA DEMOKRAT VEYA DEMİREL DÜŞMANLIĞI
Siyasal İslâm’ın, demokrasiyi itikadî anlayışından dolayı kabul etmediğini zannedenler, yanılabilirler. Avrupa’da inkişaf etmiş ve İslâmla çatışmayan demokrasiyi bilemeyen Haricîler ve Şialar için bu husus mümkündür. Fakat Türkiye siyasal İslâm’ının durumu biraz farklı. Zeki ve siyaseti bilen buradaki kadrolar biliyorlar ki, Avrupa’da olduğu gibi bir demokrasi Türkiye’ye hakim olsa, siyasal İslâmcılar iktidara oynayamayacaklar. Marjinalleşerek yalnızca tebliğ vazifesi yapacak düzeye inecekler. Barajın hiç olmadığı bir sistemde ise, küçücük bir cemaat halinde Meclisi teyakkuzda tutabilecek bir grup olabilirler. Bu neticeyi tahmin eden siyasal İslâmcı siyasetçiler, Kemalizm yerine devamlı Demokratlarla mücadele ede geldiler.
Demirel, demokrasi tarihimizin demokratik bir sembolüdür. Onun aleyhinde Kemalistler, masonlar, ırkçılar, azınlıklarla birlikte siyasal İslâmcılar gizli bir ittifak kurmuşlardır. Onun aleyhinde olabilecek magazin de olsa en küçük bir haber, onların basınında manşette yer alır. Son zamanlarda, siyasal İslâm’ın itikadî şartları arasına girmiştir Demirel düşmanlığı. Siyasetçilerin elbette hataları olacaktır. Halka mal olmuş insanlar hakkında her türlü konuşmalar yapılacaktır. Fakat Kemalistlerin gizli teşvikiyle 28 Şubat’ın Süleyman Demirel’e fatura edilme çabası; hem insanî karakter, hem bilimsel siyaset ve hem de İslâmiyet cihetiyle tam bir cinayettir. Bu cinayeti işleyenlerin bilimsel kongrelere çıkıp ilmî heyetler önünde tezlerini isbat etmeleri halinde, yukarıda arz ettiğimiz hükmümüzden dolayı geri adım atar, özür diler ve helâllik almaya çalışırız.
AKP, 28 ŞUBAT ÖNCESİ TASARLANMIŞTI…
İtirafların ucu göründü. Amerikalı neoconların bizim sonradan AKP’li olarak ortaya çıkacak kurmayları ne zaman tesbit ettikleri yavaş yavaş yazılacaktır. Meselenin, kadrolar İstanbul Belediyesine ilk gelişlerinde kotarıldığını yazanlar da var. Cüneyt Zapsu’nun “kullanılmaya müsait” dediği kumaşın neoconlara ne zaman gösterildiğini önümüzdeki zamanlarda öğreneceğiz. Balans ayarının mimarı Çevik Bir’ in neocon danışmanlığını unutmamak için önemli bir yere yazmak gerekiyor. Erbakan Hocanın fişinin çekildiği zamanlarda, protoAKP ‘nin mevcut olduğundan yüzde yüz eminiz. Yenilikçilerin gelenekçilere galebesi için gerekli dizaynların yapıldığından kimsenin şüphesi olamaz. 12 Eylül’ün Danışma Meclisi’nden ANAP’a, oradan AKP’ye intikal etmiş” devletlü “politikacıların izini sürenler, bu hususu rahatça belgeleyebilirler.
Süleyman Demirel’in cumhurbaşkanlığına seçilmesinden Erbakan hareketinin gelenekçi-değişimci diye parçalandığı zamana uzanan sürecin, araştırmacılarca bilgi ve belge ışığında tahlil edileceğini umuyorum.