(Zübeyir’in mahkemede okuduğu müdafaası gibi, parlak medhiyesi inşaallah onları takdir ve tahsine sevk etmiş ki, taaccüble kararnamede yazmışlar.)
Zübeyir Gündüzalp’in daktilo ile yazdığı “Gençliğimiz, hak ve hakîkati öğreten ve en yüksek ahlâkı istiyor” adlı bir formasında, onuncu sahifede; ”Risale-i Nur, yirminci asrın Müslümanlarını ve bütün insanları koyu fikir karanlığından kurtarmak için müellifinin kendi ihtiyarı ile değil, büyük Yaratıcımızın ihtarıyla yazılmış bir şaheserdir.”
On ikinci sahifede: Risale-i Nur’a hizmet eden birisine denilse: “Risale-i Nur yerine şu kitapları kopya et de, ‘Ford”un servetini sana vereyim.’ O, Risale-i Nur satırlarından kaleminin ucunu bile kaldırmadan şöyle cevap verir: ‘Dünya servet ve saltanatının hepsini verseniz kabul etmem.’ ” 1
Üstadını ve Risale-i Nur’ları tanımadan önceki hayatına baktığımızda, iyi bir ticarî zekâya ve mükemmeliyetçi bir kişiliğe sahip olduğunu görüyoruz. Belli başlı ideali ticaretin en iyisini, evliliğin de en güzelini yapmak. Postane memurluğu yaparken bile dört şirkete ortaklığı bulunuyordu. 2
Zübeyir Gündüzalp’i hemen hemen herkesin ulaşmak istediği “En iyi evlilik ve en zengin olma” idealinden kısa zamanda vazgeçiren şey neydi? Güzel ve çeşit çeşit yemekler yemek varken, onu yağsız tuzsuz pirinç lapasına tercih ettiren neydi?
Lüks dairelerde oturup rahat yaşamak varken, onu iki minderli bir tahta kanepeli odaya ve daha sonra hapislere girmeyi göze aldıran sır neydi?
Üstadına ilk gördüğünde aldığı “Kardeşim mesleğimiz meşakkattir, meşakkat alâmet-i makbuliyettir” dersine rağmen, hayatı boyunca bu meşakkatleri çekmeyi göze aldıran düşünce neydi? Eyüp Ekmekçi’ye Risale-i Nurları tanıdıktan sonraki düşüncelerini şöyle anlatır: “Risale-i Nur’u okuyunca oradaki hakîkatler dünyaya ait emellerimi bıçak gibi kesti.”3
Üstadımız ilk dersine şöyle devam eder: “Mesnevi-i Şerif gibi eserler, Kur’ân güneşinin ancak bir-iki levnini (rengini) aksettirebilmişler. Risale-i Nur ise, alâimüssema [gökkuşağı] gibi Kur’ân güneşinin bütün renklerini aksettiriyor.” Üstadımızın, Bu ifadeleri Risale-i Nurların ne kadar etkili olduğunun en kuvvetli bir delili.
İşte, ömrünün sonuna kadar bir an bile olsun en ufak bir rüknünün ihmal edilmediği, Risale-i Nur hizmeti bu ilk derslerle başlamış oldu. Üstadın vefatından sonra ise cemaatin arasında çıkan sıkıntılar hakikî meşakkatin ne olduğunu gösteriyordu adeta.
Bu sıkıntıları tedavi edecek ‘Hizmet Rehberi’ni şerh ve tanzim etmek için geldiği Aydın’da ve Nazilli’de kendisini hiç yalnız bırakmayan emektar Nurcu Necati Can Ağabey, bizzat Zübeyir Ağabey’den dinlediği, hizmetin şahıslarla değil şahs-ı manevî ile olacağını şu veciz hatırasını şöyle anlatır:
“Her zaman olduğu gibi Nazilli’ye ziyaretine gitmiştim, Üstad ile arasında geçen konuşmayı şöyle anlattı: ‘Üstad bize şöyle dedi: “Arkadaşlar, bir gün aklım karışsa sizleri Risale-i Nur’dan başka bir yola sevk etsem ne yaparsınız?” dedi. Ben hiç düşünmeden şöyle cevap verdim: ’Üstadım sana olan hürmetimiz sonsuzdur, elini öper, biz Risale-i Nur’un yolundan ayrılmayız.’ dedim.”
İşte Zübeyir’i Zübeyir yapan, Ford’un servetini elinin tersiyle ittiren, dünyaya ait bütün zevkleri terk ettiren bu sırları çözebilmiş olmasıydı.
Cenab-ı Errahman-ı Rahîm bizleri Risale-i Nurları bolca okuyan, neşreden ve yaşayanlardan eylesin. Amin.
Dipnotlar:
1- Şualar, s. 469.
2- İ. Kaygısız, s. 70.
3- İ. Kaygısız, s. 88.