21 Aralık 2012, Cuma
Amerika Birleşik Devletlerinde yaşanmakta olan bir serinin son örneği olarak Sandy Hook kasabasında bulunan bir ilkokulda vuku bulan katliâm olayı ile ilgili olarak “Biz size dememiş miydik?” şeklinde ukâlaca bir tavır takınmak bize yakışmasa da görünen köyün kılavuz istemediği de cümlenin malûmudur. Şöyle ki: Yaşananların münferid, basit ve plansız olaylar olmamaları hasebiyle vak’a-i âdiyeden sayılamayacakları gibi bilâkis histerik düzeyde bir ruh hâlini yansıtmaları ve bunun gitgide topluma şamil psiko-sosyal bir olgu vasfını kazanması sebebiyle de asla hafife alınacak bir mesele olmadıkları açıktır.
Kaldı ki bunun böyle olduğuna delil, olayların ilk bakışta göze çarpan ortak yönleridir ki bunlar:
1- Faillerin umumiyetle gençlerden oluşması,
2- Maktullerin ya da yaralıların ekseriyet itibariyle çocuk ve gençlerden teşekkül etmesi,
3- Eylemlerin bir hasmı değil, rastgele seçilen bir topluluğu hedef alması,
4- Eylemlerin korkutmak ve yaralamak amacıyla değil, doğrudan doğruya öldürmek kastıyla yapılıyor olmasıdır.
Bu cinayetler, fakire, Büyük Selçuklular devranında zuhur etmiş olan Hasan Sabbah’ın, Alamut Kalesi’nde beng ü bade ile beyinlerini uyuşturup birer intihar komandosuna dönüştürdüğü ve zamanın devlet ricaline karşı giriştikleri bir takım suikastlerle halka dehşet salan Haşhaşiler’ini hatırlattı. Her ne kadar hedef kitle, kullanılan silâhlar ve yöntemleri farklı olsa da katillerin bir çeşit hipnoz altında, şuurları kapalı olarak bu işe giriftar olduklarını ve bu cinayetleri sayesinde tahayyül ettikleri yalancı cennetlerine kavuşmayı umduklarını nazara aldığımızda kadim ve postmodern bu iki vak’anın benzer yanlarının olduğunu müşahede edip dersler çıkarabiliriz.
Mezkûr hadiseleri bu yönüyle değerlendirdiğimizde, pek çok Amerikalı’nın dile getirdiği gibi olayın basit bir “silâhsızlanma” sorunu olmadığı, aksine olayların başka temel saiklerinin bulunduğu ve bunların analiz edilmesi gerektiği, silâhın ise yalnızca cinayete karar vermiş olan kişinin son aşamada kullandığı bir araçtan ibaret olduğu gerçeğiyle karşılaşırız. Zira Bediüzzaman’ın “Kılıç kesmez, el keser” şeklindeki veciz tesbiti bu durumu pek güzel ispat eder. Yanlış anlaşılmasın “Bir ülkede silâhlanmanın serbest olması iyidir” demiyorum, lâkin gözünün önündeki kirpiğe takılıp arkada duran koca dağı görmemenin alenen bir basiretsizlik olduğu unutulmamalı.
Hâl böyleyken zenginlik, rahatlık ve sınırsız eğlence anlayışı ile muttasıf olan Amerikan hayat tarzının hükümferma olduğu bir toplumda, nasıl oluyor da, insana “Bunlara rahatlık mı batıyor?” dedirten hadiseler meydana geliyor. Demek bu vahşetin altında görünenden başka sebepler aramak lâzım. Her ne kadar “Et-tekraru ahsen velev kâne yüz seksen”* kaidesi beni tekrar ile bu sebepleri tavzihe teşvik etse de yerimizin şimdilik bunları teker teker izaha müsait olmaması ve bu izahatların pek tafsilatlı olarak Risale-i Nur’da bulunması cihetinden belki hacet dahi olmaması sebebiyle insanları insaniyetten sükut ettiren sebepleri ve bunların hal çarelerini ona havale ile ben aradan çekiliyorum.
Dipnot:
* Tekrar güzeldir, velev yüz seksen kere de olsa.
Okunma Sayısı: 1558
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.