07 Temmuz 2012, Cumartesi
Yaz mevsiminin bu en hararetli günlerinde Osmanlı’nın ikinci payitahtı olan Edirne’yi ziyaret etmekle müşerref oldum. Edirne bir serhat şehri olmasının yanında münbit topraklarıyla ve denizlere yakınlığıyla kendisine pek çok güzellik ihsan edilmiş bir şehrimiz. Bu şehir aynı zamanda İpsala ve Kapıkule sınır kapılarıyla Türkiye’nin Avrupa’ya açılan kapısı olması hasebiyle binlerce gurbetçinin memleketlerine dönüşlerinde vatana duydukları hasretin ve sevginin tecessüm ettiği bir vuslat mekânı ve tekrar gurbete gidişlerinde ayrılığın verdiği hüzünle yolcuların uğurlandığı bir liman gibidir.
Güney canibinden uzun ve dümdüz bir yol boyunca şehre girerken, uzaktan uzağa sizi Selimiye Camii’nin silueti karşılar. Sermimaran-ı Hassa Koca Sinan’ın “Ustalık Eserim” dediği Selimiye Camii dört minareli olmasına rağmen iyice dibine gelene kadar minaresinin ikisini gizler. Bu durum Selimiye’nin, kendisini görmeye gelen misafirlerine mimarî incelikleri ve sakladığı sırları konusunda bir fikir verir. Bu minvalde sağlı sollu erik ağaçları arasından ilerlediğinizde ansızın Selimiye Camii’nin haşmetli yapısıyla karşılaşırsınız. Birdenbire rastlanılan bu ihtişam evvelâ insanı şaşırtır, sonra ulu ağaçların arasından sanki bir gül goncası görünen kubbe yapısı güzelliğiyle hayranlık uyandırarak az önce oluşan şaşkınlığı izale eder. Bir külliye olarak inşâ edilmiş olan bu tarihî yapının arastasında bulunan merdivenlerle caminin dış avlusuna ulaşıldığında ise şahit olunan manzara, insanı Osmanlı’nın o kudretli günlerine hayalen seyahat ettirir.
Caminin geniş iç avlusunda bulunan şadırvandan bu mübarek camiyi ziyarete gelen diğer mü’minlerle birlikte yaklaşan öğle namazını eda etmek için abdest alıp, camiye girmek üzere büyük kapısına doğru yöneliyoruz. Nedendir bilmem tarihî camilerimizde kıldığım namazlar bana daha fazla huşu veriyor. Bunu daha önceleri çok defa tecrübe ettiğimden Selimiye Camii’ne de bu manevî havayı doyasıya teneffüs etmek üzere adımımı atıyorum. Ezan-ı Şerife biraz daha vakit olduğundan bu mübarek caminin mimarî tarzını incelemeye koyuluyorum. İlk bakışta caminin yüksek kubbesi, kalın sütunları ve geniş iç mekânı dikkatimi çekiyor. Selimiye Camii sadeliğin, zerafetin, yüksek bir kültüre aidiyetin ve mimarî sahada nihayet seviyenin tezahür ettiği bir mabet olması dolayısıyla şeâir-i Osmaniye’nin en önemli temsilcilerinden sayılabilir.
Ancak yeri gelmişken rikkatime dokunan bir hususu insafınıza arz etmek isterim. Şöyle ki; malûmunuz bütün dinlerin mabetleri inananlarınca kutsal kabul edilir. Dinî önemi haiz diğer mekânları da bu mabetlerle aynı keyfiyettedir. Bu kutsal mekânların adap ve kurallarına riayet etmekle o dinin mensupları mükellef oldukları gibi, ziyarete gelen turistler dahi ziyaret adabına müraatla mükelleftirler. Dünyanın neresine gitseniz cârî olan bu düstura aksi hareket edildiğinde ise insanların en hassas oldukları nokta olan inanç damarına dokunulmuş olur ki bu da nâhoş hadiselere sebebiyet verebilir.
Hâl böyleyken Selimiye Camii’nde olduğu gibi yurdumuzun diğer bütün meşhur camilerinde ve türbelerinde, hassaten bir kısım bayan ziyaretçilerin bilmeyerek ve bu konuda kendilerini ikaz eden bir görevlinin de bulunmaması dolayısıyla cami adabına mugayir kıyafetle cami içinde gezinmektedir. Bu durumdan Allah (cc) ve Resulü (asm) razı olmayacağı gibi, ibadetini yapmak üzere camiye gelen cami cemaati de incinmektedir. Kaldı ki bu mekânlar birer mahalle değiller ki mahalle baskısıyla ittiham edilsinler. Bu sebeple yetkililer bu olumsuz duruma tez elden bir tedbir düşünerek İslâmiyetin bu mukaddes mekânlarının saygınlığını ve itibarını muhafaza etmelidir.
Okunma Sayısı: 1341
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.