28 Şubat 2013, Perşembe
Diyeceğimi bi seferde diyebilsem...
Sırrımı Şah-ı Merdan gibi kuyuya söylesem; ya kendimi Mecnun gibi sersefil çöllere vursam; hani Yunus bin Metta gibi balığın karnında yatsam; belki münzevîler gibi yüce bir dağ başına çıksam, insanlardan hâli, boş lâflardan asude, yabancı bakışlardan ırak dursam. Ne yapsam bilmem. Elimden gelse göğsümü yarsam, içimden kalbimi çıkarıp elime alsam, yeter artık “Ne bu halin?” diye suâl etsem; her sözden bizâr, her bakıştan fizâr, her gelenden ah edersin. Ne dostunun nasihatini dinlersin, ne de düşmanın sıkletini çekersin, başına buyruk olur gidersin. Hem bin parçaya bölersin, hem bin pâre olursun. Uğruna baş koyanı bilmezsin, amma cellâda başın teslim edersin. Anlaşıldı yok senden fayda, güvenilmez sana. Medet senden değil, ancak senin malikinden bana.
Ya Rabbi! Sen zahire de, batını da muttalîsin, âmenna. Gövdeme gizlenmiş kalbimin içinde sakladıklarımı bir Sen görürsün ancak. O sebepten derman Sendendir, deva Sendedir, zalime çalan kılıç Senindir, mazlûma taassungâh da Sensin ancak. Sen ne dersen ben o olurum. Öl dersen, yolunda ölürüm. İstersen bir ney olup, feryada aşina kulaklara girer; ister köpük olup, bulanık bir nehirle vuslat denizine akarım; ister kuru bir yaprak olup, ağlayan bulutların rüzgârıyla savrulur; ister hiçbir şey yapma, kal öyle desen Hacerü’l-Esved gibi karalar bağlarım. Emret Allahım, emret ne edeyim. Acaba viran bağları göz yaşlarımla mı sulayayım; güneşten kavrulan kervana yalancı bir vaha mı olayım; müzmin bir divane gibi ata et, aslana ot mu atayım; sabanla denizi mi süreyim, balıklama toprağa mı dalayım, yanardağ ağzında mı serinleyeyim, kutupta hararetten mi yanayım, beri gel deseler öteye mi gideyim, dur deseler ileri mi koşayım, sus deseler türkü mü söyleyeyim, cemre havaya düşerken benim kışım mı gelsin, yerin dibine geçip, hemen ardından Süreyya’ya mı çıkayım, geçen bir şahabın peşine takılıp, şeytan mı taşlayayım, müekkel bir melek gibi yağmur katreleriyle arza nüzul mü edeyim, İsmail gibi kurban mı olayım, İbrahim gibi koçu mu intizar edeyim, acıkıp yemeyeyim mi, uykum gelince uyumayayım mı, dilim kuruyunca su içmeyeyim mi, “sen necisin” diyenlere hiç düşünmeden “hiç ender hiçim” mi diyeyim; noktanın sonunda yeniden başlayan cümle, sözün ardından süre gelen virgül, hayretin elindeki ünlem, cevabın akabindeki soru işareti mi olayım? “Söylediklerinden hiç bir şey anlamadık, ne demek istersin?” diye soranlara “Hâzâ insan” mı diyeyim? Lebbeyk ya Rabbi, ferman et onu yapayım.
Kalemim kırık, mürekkebim tükenmiş, defterim kalmamış, yazım noksan, yaşım seksen, dilim dönmez, gözüm görmez, aklım almaz, ruhum duymaz, sesim çıkmaz, içim atmaz, elim değmez, kolum kalkmaz, fikrim yetmez, bilse de demez bir garip insanım. Amma yolum uzun, yüküm ağır, işim zor, müşkülüm çok, derdim ziyade, dünya alûde, geçitler sarp, her yer harap, varılacak yer sonunda türab. İnsan, hakikati anlayacak elbet mahşer meydanına varınca, kendini dev aynasında gören zavallı karınca. İltica edip, istimdat istemezse tez elden Rahman’dan, gün geçmeden ölür insan tabi ki kahrından.
Okunma Sayısı: 2279
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.