07 Aralık 2012, Cuma
Alelacele bir yerlere yetişmeye çabalayan insanların ayaküstü bir şeyler atıştırdıklarını gördükçe derinden bir ah çekerek “Nerede o eski yemek fasılları!” diyesim geliyor. Zira yemek çeşidi ve sofra adabından mürekkep olan mutfak kültürümüz, modern zamanların bir handikabı olan hızlı hayatın hışmına uğrayarak unutulmaya yüz tutmuş durumda. İktisadın temeli olan “arz-talep dengesi” prensibinden hareketle, neredeyse her köşe başında biten bu fast food furyası halkın tercihinin artık bu yönde olduğuna işaret etse de, bu furya kendini iyice hissettiren sathîlik ve manadan yoksunluk ile malûldür.
Halbuki Asya, Avrupa ve Afrika mutfaklarının bir harmanı olan Türk mutfak kültürü, zengin çeşitliliği ile zevk-i selim sahiplerine hitap etmesinin yanı sıra “yemek, içmek, ancak israf etmemek” kaidesine istinat etmesi, nezaketin ve nezahetin münteha noktasını oluşturan Sünnet-i Nebeviye çerçevesinde şekillenmesi ve Anadolu fütüvvet geleneğinin erkânından olan mertlik, kardeşlik ve diğergamlık gibi âlî hislerle süslenmesi bize gösteriyor ki; millî sofra geleneğimiz başlıbaşına bir “kültür”dür.
İşte bu hususiyetleriyle mutfak kültürümüz, sırf karnı doyurmaya münhasır meşhur ecnebî mutfaklarından ayrılır. Bizim mutfak anlayışımızın arka planını oluşturan mana bu mutfaklarda müşahede edilmez. Yani yemeğin aileyle birlikte yenilmesi, yemeğe Besmele-i Şerif ile başlanması, aile reisinin ilk lokmayı alması, sofradan doymadan kalkılması, yemek artığı bırakılmaması ve yemekten sonra duâ edilmesi vesâire gibi dinî, sosyal, tıbbî, ekonomik unsurlar yabancı kültürlerde yoktur. Ayrıca Türk sofra kültürünün bu derece gelişmiş olması, zenginliği ve çeşitliliği israf yapıldığı anlamına da gelmez. Bilâkis bir toplumu oluşturan bütün değerlerde olduğu gibi yeme-içme kültürünün de inkişafı ihtişamın göstergesi olduğu gibi aynı zamanda bir tahdis-i nimet olarak kabul edilmelidir.
Sofra kültürümüzdeki mânâ derinliğinin temelinde, yediğimiz yiyeceklerin ikram-ı İlâhî olarak bize tevcih edilen rızıklar olduğu bilinci yatar. Rızık ise, Bediüzzaman’ın da tavzih ettiği gibi Rezzak’a şükür için bir araçtır ancak. Hâl böyleyken hırs, israf, hürmetsizlik, haram-helâl demeyip rast geleni yemek gibi olumsuz davranışlar ise şükürsüzlüğün alâmetleri oldukları gibi hafazanallah nimetin değerini tenzil etmek gibi bir anlama da gelebilir. Bu sebeple bu tür davranışlardan içtinap etmek elzemdir.
İşte bu fakir, gittiğim bir fast food dükkânında kanaat-i acizanemce böyle bir mânâ hissettim. Yani hiçbir sofra adabına müraat edilmeden, çarçabuk, döke saça yemenin nimete karşı bir hürmetsizlik olduğu, o nimetin gitgide bir nikmete dönüştüğünü anladım. Asaletten gelen teennînin olmayışı ve kültürümüzün yansıması olan sofra adabından uzaklık yoz, kaba ve ruhsuz bir hayatın sembolü ve sinsi bir hastalığın semptomudur. Bu bağlamda başlıkta sorduğum sorunun cevabını şimdi vereyim: Asla!!!
Okunma Sayısı: 1140
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.