İstanbul’a her gittiğimde Fatih’te Hasan Özgenç ağabeyin ayakkabıcı dükkânına uğramaya çalışırdım. Dükkanı Sofular Camii’ne çok yakındı.
Kendisi ile tatlı tatlı hasbihal eder, Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinden, Risale-i Nur’lardan konular açar, iman Kur’ân hizmetlerinden konuşurduk.
Çok bilgili, şuurlu ve istikametli bir insandı. Yeni Asya sevdalısıydı. Her gün gazetesini takip eder, gazetenin düzenlediği toplantılarda en ön safta yerini alırdı. Hayat tecrübesi sayesinde günlük hadiseleri Risale-i Nur penceresinden de bakarak çok güzel değerlendirir, bu görüşlerini dükkânına gelen insanlarla da yumuşak bir lisanla paylaşırdı.
Onu ziyarete gittiğimde ruhumda bir hafiflik hissederdim. İnsanı rahatlatan bir hali vardı. Her zaman güler yüzlü ve samimi davranırdı.
Bir ara İzmir’e geldiğinde, Çamdibi dersanemizde yapılan Risale-i Nur dersine iştirak ettik. Onun güzel anlatımı ile okuduğu Risale-i Nur dersini dinlemiştik. Bir iki sene evvel dükkânını kapatıp köyüne yerleşmişti. Daha sakin bir hayat sürmeye başladı. Arada telefonla görüşür, hatırlaşırdık.
Bu geçici âlemden güzel bir iz bırakarak, ebedi âlemdeki asıl vatanına göçtü. Çok sevdiği Üstadına ve Peygamberine (ASM) kavuşmak için berzah yolculuğuna çıktı. Allah rahmet eylesin.
“Ey bîçareler! Mezaristana göçtüğünüz zaman, ‘Eyvah! Malımız harab olup, sa’yimiz heba oldu; şu güzel ve geniş dünyadan gidip, dar bir toprağa girdik’ demeyiniz, feryad edip me’yus olmayınız... Çünkü sizin herşeyiniz muhafaza ediliyor. Her ameliniz yazılmıştır. Her hizmetiniz kaydedilmiştir. Hizmetinizin mükâfatını verecek ve her hayır elinde ve her hayrı yapabilecek bir Zât-ı Zülcelal, sizi celb edip, yer altında muvakkaten durdurur. Sonra huzuruna aldırır. Ne mutlu sizlere ki; hizmetinizi ve vazifenizi bitirdiniz. Zahmetiniz bitti, rahata ve rahmete gidiyorsunuz. Hizmet, meşakkat bitti; ücret almağa gidiyorsunuz.” (Mektubat, 20. Mektup)