Öfkeyi yutmak tâbiri Kur’ânî bir ifade olarak karşımıza çıkar ve insanı kemalât yolunda önemli bir adım atmaya sevk eder. Zira öfkeyi yutmak öylesine zorlayıcı bir durumdur ki, Allah Resulü (asm) bunu gerçek kahramanlık olarak görmüştür.
Âyette geçtiği üzere “O Allah’tan hakkıyla korkanlar, bollukta ve darlıkta Allah için verirler, öfkelerini yutarlar, insanları affederler, Allah ihsan sahiplerini sever.” (Ali İmran 134)
İlâhî beyanda görüldüğü gibi âyetin bize bildirdiği bir dizi terbiye metodu ile karşılaşıyoruz. Her biri insan nefsine ağır gelse de, bununla birlikte insanı hayvanî sıfatlardan, insanı ahlâka yükseltecek basamaklar suretinde indirilmiştir.
Her biri ayrı bir konu olarak ele alınacak bir ders ve yol işaretleridir.
Dikkate değer şu nokta var ki, insanı en mükemmele götürecek olan ahlâkî özelliklerin nefse ağır gelmesi, onun hoşuna gitmemesi ve herkesin yapamayacağı şeyler olmasıdır. Anlıyoruz ki Allah’ı hoşnut etmek zorluk ve zahmet içinde sabırda gizlenmiş.
Bundan daha önemli nokta ise, bütün mükemmel sıfatların, güzel hâllerin, üstün ahlâkın menşeinin ittikâ, yani Allah korkusu olmasıdır. Allah korkusu hakikî imanla eş değerdir.
Kur’ân’a göre Allah’ı tanıyan, bilen bir kimse ittikâ duygusuna sahip olur ve tahkikî imanı elde eder.
Bu hakikat 3. sözün sonunda veciz bir şekilde ifade edilir “Evet, her hakikî hasenât gibi cesaretin dahi menbaı imandır, ubudiyettir. “
Tekrar öfke duygusuna dönelim, bir insan ne kadar takvaya sahipse o kadar öfkesini yutabilir, o kadar kendini tutabilir, çünkü öfkeyle çıkacak her türlü zararın ve şiddetin önünü Allah korkusu önler.
Bir çok cinayetin, felâketin sebebi gadap yani öfkenin kontrolden çıkmasıdır.
Ayrıca günümüzde hayatın bir parçası olan elektronik eşyaların, elektromanyetik dalgaların insan beynine etkisi, radyasyon yayılımı gibi sebepler gerginliği ve öfkeyi tetikliyor. Bu durum fıtrî olan öfkeden daha fazlasını bize boca etmektedir.
Başta aile içi şiddet ve geçimsizlik öfkeden doğmaktadır. Tabiî bunun yanında israf, kanaâtsizlik sayılabilir. Ancak en büyük öfke problemi, birbirine tahammül edememek, her şeye kızmak, her kızdığında istediği gibi ölçüsüz hareket etmek ve bütün haddini aşan hareketler öfkeyi tutmamakla ilgilidir.
Efendimize (asm ) gelen Ebu Derda (ra), “ya Resulallah bana Cenneti kazandıracak bir amel söyle dediğinde; o, “öfkelenme” buyurdu.
Daha bir çok sahabeye bu şekilde tavsiyede bulunan Efendiler Efendisi (asm) kendisi şahsî hiçbir konuda öfkeye kapılmamış, hiddet göstermemiştir. Belki de mübarek hayatında en muhteşem ahlâkı; münkere, dalâlete, kötülüğe, küfre karşı gösterdiği gadap dışında hiçbir kimseye öfkelenmemesidir. Bunun yanında kin ve intikam gütmeyen, herkese sulh ve güven veren, herkese hâline göre şefkat ve merhamet bahşeden rahmet ikliminde fevkalâde bir cazibe merkezi oluyor her şeyi kendine cezbediyordu.
Tasavvufun da en çok bu kötü kuvvelerin terbiyesi, öfke, kin, nefret, hırs duygularının tasfiyesi, kalbin bütün bunlardan temizlenmesi için ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Çünkü kalb bütün bunlardan arınmadığı sürece kişi felâh bulamaz, salâhat kazanamaz. Öfkenin kalbî katılaştıran, kalb gözünü körelten bir etkisinin olduğunu düşündüğümüzde bu konunun kalbî hayatımız için mutlaka izale edilmesi gerekli olduğu anlaşılır.
Şu hâlde hem kalbî hayatımız, hem ailevî ve içtimaî hayatımız için olmazsa olmaz derecesinde öfke kontrolü şarttır.
O hâlde öfkeyi yenmek için ne yapalım da dünyevî ve uhrevî zararından kurtulalım.
Evvelâ öfkenin nefs, şeytan kışkırtması olduğunu bilerek Euzu Besmele çekip Allah’a sığınmalıyız. Sonra ayakta isek oturmalı, kendimizi sakin tutmaya, âni hareket etmemeye çalışmalıyız. Abdest almak veya toprağa basmak da sakinleştiricidir. Bulunduğumuz yeri terk etmek, mekân değiştirmek de iyi gelebilir.
Ama her şeyden önemlisi Allah’a sığınmak ve O’na yalvarmak olacaktır.
Her türlü öfkenin ateşinden koru Allah’ım.