Hayatın bir yüzü de evlatların üzerine dönmekte ve onlara hizmet etmektedir. Cenabı Hakkın koyduğu nizam gereği insanla birlikte diğer mahlûkatın hayatı ve neslin devamı yavrular üzerine dönmektedir.
Ancak kalpler evlatlar üstüne titrerken, bütün gayretler onlar içinken, ne oldu da, bu yavrular kalpleri kıran, gönülleri burkan birer mahluka dönüştüler? Bu bedbaht hâlin alt yapısında ne var?
Çocuklarımızı fıtratın dışına çıkaran, masumiyetlerini alan, onları bambaşka bir vaziyete sokan en büyük saik, popüler kültür ile televizyon filmleri, bilgisayar oyunları ve sosyal mecralardır. Her bir yapım şirin ve hoş taktiklerle çocuklara beyin yıkamayla ve zihin altı çalışmaları yaparak büyük bir dönüşüm gerçekleştirdiler.
Çocukların zihinlerine kodlanan şiddet, vahşet ve ahlaksızlık maalesef kendini göstermeye başladı. Onların ar perdesini yırtan, utanma duygusunu yok eden gösterimler ve bunun yanında verilen bilinçaltı mesajları onları bizim dünyamıza yabancılaştırdı. Öyle yabancılaştılar ki inancı, ahlakı, hürmeti, merhameti hor görmeye başladılar.
Her birisi kendine fazla güvenle büyükleri eleştirme, bağırma, aşağılama, karşı gelme, dediğini yaptırma, emir verme gibi vaziyet aldılar. Kibir, bencillik ve küstahlık gibi huylar ile donandılar. Bu kadar acaip haller kısa sürede oldu. En sonunda artık anneler cariye oldu da, efendilerini mi doğurdular?
Hatırlayalım şu hadis-i şerifi. Kıyamet alametlerini anlatırken, Resulullah şöyle buyurdu: “Annelerin kendilerine cariye muâmelesi yapacak çocukları doğurması, yalın ayak, başı kabak, çıplak koyun çobanlarının yüksek binalar yaptırmakta birbiriyle yarışması.” (Müslim- İman-1- 5)
Haber verilen bu olaylar gerçekleşiyor ki, maalesef evlatlar annelerine köle gibi davranıyor, babalara ise para getiren, ihtiyaç gideren hizmetkâr olarak bakıyorlar.
Peki tarihte bunun örneği var mı? Her ne kadar toplumlar haktan ayrılmış olsa da, böylesine fıtratın ters yüz olması, küstahlık, ukalalık, saygısızlık yok. Ne kadar küfürde ilerde olsalar bile, anne baba ve büyüklere, onları hiçe sayan tavır olmamıştır. Rivayet edilir ki; Firavun, Musa (as)’ın duasına ve mücadelesine rağmen yetmiş bin çocuk katletmiştir. Rabbü-l âlemine bu sual edildiğinde, Rabbimiz Firavun için, “Ama o annesine iyi davranırdı, onun için onu hemen helak etmedim” buyurmuştur. Elbette doğrusunu Rabbim bilir.
İşte tüm bunlar ve daha nice vahim haller çocuklarımızı, kaybettiğimiz yerde onları aramamız gerektiğini gösteriyor. Peki onları bulmak için her şeyi yasaklamak mı lazım? Bu artık mümkün değildir. Onları kaybettiğimiz yerden kazanmaya çalışmalı, içine düştükleri sanal âlemde boğulmalarına izin vermemeliyiz. Kendi değerlerimizi tekrar yenileyerek, değer üreterek nesli bulmanın ve kendine getirmenin yolunu aramalıyız. Onları ve bizi mankurtlaştıran tüm dijital mecralardan korunarak tekrar düşünmeye, aklı kullanmaya başlamalı. Nesli hipnotize eden her türlü şeyden kurtarmak için yepyeni projeler ortaya koymalıyız.
Dikkat edelim ki biz ve neslimiz Nuh (as) tufanından daha şiddetli bir tufan içindeyiz. Her dakika çocuklarımız, ebediyen boğulma tehlikesi ile karşı karşıya.
Rabbim inayetiyle neslimizi kurtarsın. Amin.