Ahir zamandaki ahvali haber verirken kalbin ne hâle geleceğini de beyan eden Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o vakit müminin kalbi tuzun suda eridiği gibi eriyecek. Niçin eriyecek, Ya Resulullah? Denildiğinde: “Kötülükleri görüp de onları değiştirmeye güç yetiremediği için buyurdu.”(1)
İşte tam da o vakitteyiz, kalbin eridiği, yüreğin parça parça olduğu, akılların durduğu demdeyiz. Nerdeyse imanın verdiği ümit ve neşveyi yitirecek gibi oluyoruz. Zulümlerin arşı âlâya çıktığı bir zaman kuşağı içinde kötülüklerin her yeri sardığı bir hengâmede ne yapacağımızı şaşırmış halde bir kere daha Allah’a sığınıyoruz, mümin olan ancak dağları sarsacak derecede Allah derse nefes alabilir, tüm bu yaşanılan şeyler karşısında.
Zulümlerin hangisini sayalım, Doğu Türkistan’da kırk yıldan beri bir millet soykırıma tâbi tutuluyor, kimsenin sesi çıkmıyor. Son yıllarda yapılan soykırım ve işkence ise görülmemiş şekilde devam ediyor. İnsanlık dışı kurulan Çin toplama kamplarında masum Uygurlar inim inim inliyor. Niçin bir İslam ülkesi sahip çıkmıyor? Bu dehşeti uluslararası arenada dile getirmiyor? Kapatılan binlerce camii ve medresede, yokedilen binlerce kütüphane ve eserler. Daha feci olanı eza ile yok edilmeye çalışılan masum Müslümanlar ve çocuklar. Bir insan olarak bile vicdanları sızlatan bu zulümlere bigâne kalamayız.
Bu vahşi asimile hareketi bitmeden İslâmın namusu, ehli imanın emaneti olan Filistin, yanmaya başladı. Çoluk çocuk demeden tüyler ürpertici saldırılar devam ediyor. Terütaze çocuk bedenler bombalarla parçalanıyor, yanıyor. Anne babalar çocukların parçalarını topluyorlar. Bu zulüm ne zaman biter bilmiyoruz. Şunu biliyoruz ki zulme ses çıkarmayan bir topluluk bir gün o zulüm ateşine düşer. Rahat ve rehavetten vazgeçemeyen Müslümanlar, yarın kendilerine neyin sıçrayacağını düşünmelidirler.
Elimiz böğrümüzde bir şey yapamıyoruz deyip oturmak bize yaraşmaz, mutlaka bir şeyler yapmalı. Günümüzde sesimizi ve mazlumların sesini duyurma ve tepki gösterme yollarını arayarak her alanda ve her kanaldan çağrıda bulunmalıyız...
Zulümatlı çağın ortasında zulümlerin istila ettiği ümmet olarak bu devrin müstaz’afları ve yetimleri olarak kalbimizin tuz gibi eriyip, kahrolduğu bir zamanda bizi avutacak ve teselli edecek imandan başka hiç bir şey yoktur. İman bir yandan teselli ve kuvvet verirken bir yandan da bu acılara karşı daha çok acı duymamızı ve vicdan azabı çekmemizi sağlıyor. Çünkü insanî ve İslami olarak tüm bu yapılanlardan sorumlu olacağımız için bunun ahiretteki hesabı dahi her inanan kalbi sarmaktadır.
Yoksa şu ayet bizi yakamızdan tutmaya yeter: “Deki eğer babalarınız, oğullarınız kardeşleriniz, eşleriniz, kabileniz kazandığınız mallar kesata uğramasından korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden meskenler size Allah’tan ve resulünden ve onun yolunda cihattan daha sevimli ise o zaman Allah’ın azabı gelinceye kadar bekleyin.” (2)
Şu halde dünyada ve ahirette ilahi gazaba uğramamak için tüm zulümlere karşı durmak, kötülüklerle mücadele etmek ve bunun için ceht içinde olmak kulluk vazifemizdir.
Hem kalbimizin sükûneti, hem rabbimizin rızası için zulme, kötülüğe ve adaletsizliğe karşı durmak ve çabalamak en önemli gayemiz olmalıdır. Bu gaye, ayette geçtiği üzere candan, canandan, maldan, ticaretten çok daha ehemmiyetli bir vazifedir.
Rabbim inayet ve keremiyle bu vazifeyi yerine getirerek kalp ağrımızı dindirsin ve bizi ümmetin bu müthiş vebaliyle huzuruna almasın...
Dipnotlar:
(1)Ali el Muttekî
(2) Tevbe S.24