flekildeki ilmî kudreti görünce, kendilerine üstat kabul
ederler.
Bu esnada, Mardine gelen iki talebeye tesadüf etti.
Bunlardan birisi, Cemaleddin-i Efganîye mensup olup,
di¤eri tarikat- Sünusiyeden idi. Bunlar vastasyla hem
Cemaleddin-i Efganînin mesle¤ine, hem de tarik- Sü-
nusîye aflinalk peyda etti.
Molla Said çok genç yaflta iken siyasî hayata atlr, va-
tan ve millete hizmete bafllar. lk hayat- siyasiyesi Mar-
dinde bafllamfltr. Bunun üzerine bir mutasarrfn pen-
çe-i kahryla, elleri ba¤l, muhafz nezaretinde Bitlise
nefyedildi. Jandarmalarla yolda giderken namaz vakti
gelir. Namaz klmak için, kaytlarn açlmasn jandarma-
lara ihtar eder. Jandarmalar kabul etmeyince, demir ka-
ytlar bir mendil gibi açarak önlerine atar. Jandarmalar
bu hâli keramet addedip hayretler içinde kalrlar. Teslimi-
yetle, rica ve istirham ile, Biz flimdiye kadar muhafznz
idik, bundan sonra hizmetçiniziz derler
(HAfiYE)
Bitliste iken bir gün kendilerine Vali ile bir ksm me-
murlarn içki içtikleri ihbar olununca, hiddetlenerek,
Bitlis gibi dindar bir memlekette hükûmeti temsil eden
bir zatn irtikâp etti¤i bu muameleyi kabul edemem di-
yerek, içki meclisine gider. Evvelâ içki hakknda bir
HAfiYE:
Bir gün Bediüzzamana soruldu:
"Kayd nasl açtn?"
Dedi:
"Ben de bilmem. Fakat, olsa olsa namazn kerametidir."
addetmek:
saymak.
aflina:
bildik, tandk.
dindar:
dinî kaidelere hakkyla ri-
ayet eden, mütedeyyin.
esna:
ara, sra.
evvelâ:
ilk önce.
hayat- siyasîye:
politik hayat, si-
yasi hayat.
hiddetlenmek:
öfkelenmek, kz-
mak.
hükûmet:
devlet.
ihbar:
haber verme, bildirme, du-
yurma.
ihtar etmek:
hatrlatmak.
ilmî:
ilim ile ilgili, ilme dair.
irtikâp etmek:
kötü, fena ve gü-
nah teflkil edecek bir ifl yapmak.
istirham:
merhamet dileme.
kayt:
aya¤a vurulan zincir, pran-
ga.
keramet:
Allah'n velî kullarnda
72 |
BEDÜZZAMAN SAD NURSÎ
LK
H
AYATI
görülen ola¤anüstü hâller ve-
ya tabiatüstü hâdiseler.
kudret:
güç, kuvvet, takat, ik-
tidar.
meclis:
toplant.
memleket:
flehir, il, kasaba.
memur:
devlet hizmetinde
çalflan ve bunun karfll¤nda
aylk, maafl alan kimse.
mensup:
bir fleyle veya kim-
seyle alâkas bulunan, ilgili
olan.
meslek:
tutulan yol, sülûk
edilen yer.
millet:
halk.
muamele:
davranfl.
muhafz:
herhangi bir fleyi
korumakla vazifeli asker.
mutasarrf:
Tanzimattan son-
ra, Osmanl idarî teflkilatnda
sancaklarn en büyük idare
amirine verilen isim.
nefyetmek:
sürmek, baflka
bir yerde ikamet etmeye
mecbur etmek.
nezaret:
gözetim, kontrol.
pençe-i kahr:
mahveden,
yok eden pençe.
peyda:
hazr, mevcut.
rica:
yalvarma, niyaz etme.
talebe:
ö¤renciler.
tarik- Sünusi:
Sünûsî tarikat.
temsil etmek:
birinin, bir top-
lulu¤un veya bir kuruluflun
adna hareket etmek.
tesadüf etmek:
rast gelmek,
rastlamak.
teslimiyet:
boyun e¤ifl.
üstat:
ö¤retici.
vasta:
arac.
zat:
kifli, flahs, fert.