çaresi, insanlarn her meselesinin fevkinde en büyük ve
en ehemmiyetli ve en lüzumlu bir ihtiyac- zarurî ve
katîsidir. Acaba, bu çareyi kendine bulan Risale-i Nur
fiakirtlerini ve o çareyi binler hüccetler ile bulduran Risa-
le-i Nuru adî bahaneler ile ittiham edenler, ne kadar
kendileri hakikat ve adalet nazarnda müttehem oluyor,
divaneler de anlar.
Bu insafszlar aldatan ve hiçbir münasebeti olmayan
bir siyasî cemiyet vehmini veren, üç maddedir.
Birincisi:
Eskiden beri benim talebelerim benim ile
kardefl gibi fliddetli alâkadar olmalar, bir cemiyet vehmi-
ni vermifl.
kincisi:
Risale-i Nurun baz flakirtleri her yerde
bulunan ve cumhuriyet kanunlar müsaade eden ve ilifl-
meyen ve cemaat-i slâmiye heyetleri gibi hareket et-
melerinden, bir cemiyet zannedilmifl. Hâlbuki, o mahdut
üç-dört flakirdin niyetleri cemiyet memiyet de¤il, belki
srf hizmet-i imaniyede halis bir kardefllik ve uhrevî tesa-
nüttür.
Üçüncüsü:
O insafszlar kendilerini dalâlet ve dünya-
perestlikte bildiklerinden ve hükûmetin baz kanunlarn
kendilerine müsait bulduklarndan, fikren diyorlar ki:
Herhâlde Said ve arkadafllar, bizlere ve hükûmetin bi-
zim medenîce nameflru hevesatmza müsait kanunlarna
muhaliftirler. Öyle ise, muhalif bir cemiyet-i siyasiyedir-
ler. Ben de derim:
adalet:
her hak sahibine hakknn
tam ve eksiksiz verilmesi, hakka-
niyet, âdillik.
adî:
baya¤, afla¤, de¤ersiz.
alâkadar:
ilgili, iliflkili, münase-
betli, ba¤l.
bahane:
yalandan özür, asl sebe-
bi gizlemek için ileri sürülen uy-
durma sebep.
cemaat-i slâmiye:
slâm cema-
ati, slâm toplulu¤u, Müslümanlar.
cemiyet:
topluluk, birlik.
çare:
ilâç, derman.
dalâlet:
iman ve slâmiyetten ay-
rlmak, azmak, do¤ru yoldan ay-
rlma, azma, batla yönelme.
divane:
deli, akl baflnda olma-
yan, budala, alk.
dünyaperest:
dünyaya tapan,
dünyaya düflkün, tamahl, hrsl
kimse.
ehemmiyet:
önem.
elbette:
kesinlikle, mutlaka, flüp-
hesiz.
fevk:
üst, üst taraf, yukar, üzeri.
fikren:
fikir ile, düflünerek, zih-
nen.
hakikat:
gerçek, asl, esas.
hâlbuki:
hakikat ve do¤rusu flu-
dur ki, öyle iken, oysa ki, hakikat
flu ki.
halis:
gerçek.
hevesat:
hevesler.
heyet:
bir toplulu¤u meydana
getiren kiflilerin bütünü, komite.
hizmet-i imaniye:
imana ait hiz-
met, iman ve Kur'ân hakikatleri-
nin ikna edici ve ilmî delillerle an-
lafllmasna hizmet etme.
hüccet:
delil, ispat, burhan.
hükümet:
devlet.
ihtiyac- zarurî:
yaflamak için
gerekli olan ihtiyaç.
insaf:
adaleti ve hakk düflü-
nerek davranma.
ittiham:
suç altnda bulunma,
töhmetli olma, töhmet altn-
da olma.
mahdut:
miktar, says belli,
az miktarda, az sayl, snrl,
belirli.
mesele:
problem, sorun.
mezaristan:
mezarlk.
münasebet:
ilgi, alâka, yakn-
lk.
müsaade:
izin, icazet, ruhsat.
müsait:
elveriflli, uygun, mu-
vafk.
müttehem:
kabahatli olan,
suçlu.
nameflru
:
fleriata uymayan,
fleriata aykr.
nazar:
huzur, kat, yan, ön,
nezdinde.
niyet:
maksat, meram.
srf:
ancak, sadece, yalnz,
salt.
siyasî:
siyaset gere¤i olan, si-
yasetle ilgili, siyasete ait.
flakirt:
talebe, ö¤renci.
talebe:
ö¤renci, tahsil gören.
tesanüt:
dayanflma, birbirine
dayanma, birbirinden destek
alma, omuzdafllk.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete
ait, ahiret âlemiyle ilgili.
vehim:
zan, flüphe.
zan:
zannetme, sanma, kesin
olarak bilmeksizin kuvvetli
ihtimalle hükmetme.
ziyade:
çok, fazla, artk.
624 |
BEDÜZZAMAN SAD NURSÎ
D
ENZL
H
AYATI