Bu meselede benim flahsmn veya baz kardefllerimin
kusuruyla Risale-i Nura hücum edilmez. O do¤rudan
do¤ruya Kurâna ba¤lanmfl; ve Kurân dahi Arfl-
Azamla ba¤ldr. Kimin haddi var, elini oraya uzatsn ve
o kuvvetli ipleri çözsün.
Hem bu memlekete maddî ve manevî bereketi ve fev-
kalâde hizmeti, otuz üç âyât- Kurâniyenin iflaratyla ve
mam- Ali Radyallahü Anhn üç keramet-i gaybiyesi ile
ve Gavs- Azamn katî ihbaryla tahakkuk etmifl olan Ri-
sale-i Nur; bizim adî ve flahsî kusurumuzdan mesul ol-
maz ve olamaz ve olmamal. Yoksa bu memlekete hem
maddî, hem manevî telâfi edilmeyecek derecede zarar
olacak.
(HAfiYE)
Baz zndklarn fleytanetiyle Risale-i Nura karfl çevri-
len plânlar ve hücumlar, inflaallah bozulacaklar; onun fla-
kirtleri baflkalara kyas edilmez, da¤ttrlmaz, vazgeçiril-
mez, Cenab- Hakkn inayetiyle ma¤lûp edilmezler. E¤er
maddî müdafaadan Kurân men etmeseydi, bu milletin
can damar hükmünde umumun teveccühünü kazanan
ve her tarafta bulunan o flakirtler, fieyh Said ve Mene-
men hâdiseleri gibi, cüzî ve neticesiz hâdiselerle bulafl-
mazlar; Allah etmesin, e¤er mecburiyet derecesinde on-
lara zulmedilse ve Risale-i Nura hücum edilse, elbette
TARHÇE- HAYATI
| 615
D
ENZL
H
AYATI
yan, kesin, flüphesiz.
keramet-i gaybiye:
gaybla ilgili
keramet, istikbal ile alâkal kera-
met.
kyas:
karfllafltrma, oranlama.
kusur:
suç, kabahat.
maddî:
maddeye ait, madde ile
alâkal, cismanî.
ma¤lup:
yenilmifl, kendisine galip
gelinmifl, yenilen kimse.
mahfuz:
korunmufl, gözetilmifl.
manevî:
madde dfl olan, maddî
olmayan, manaya ait.
mecburiyet:
mecbur olma, mec-
burluk, zarurîlik durumu, zora tu-
tulma, zorunluluk.
memleket:
bir devletin topra¤,
ülke, yurt, vatan, diyar.
men:
yasak etme, durdurma,
mâni olma, brakmama, bir fleyi
diri¤ etme, bir fleyin yaplmasn
engelleme, esirgeme, vermeme,
önleme.
mesele:
konu.
mes'ul:
yapt¤ ifllerden hesap
vermeye mecbur olan, sorumlu.
müdafaa:
savunma.
netice:
sonuç.
Radyallahü Anh:
Sahabe veya
slâm büyüklerinin ad geçti¤inde
söylenilen "Allah ondan raz ol-
sun" manasnda dua. Tek erkek
için söylenir.
flahs:
insann kendi nefsi, kendi
varl¤, nefis, zat.
flahsî:
flahsa ait, kifliye, kendine
ait, flahsla ilgili, hususî.
flakirt:
talebe, ö¤renci.
fleytanet:
fleytanlk, kurnazlk, hi-
lekârlk, aldatclk.
tahakkuk:
gerçekleflme, meyda-
na gelme, olma.
tasdik:
do¤rulu¤unu kabul etme,
do¤rulama, gerçekli¤ini kabul et-
me.
telâfi:
kötü bir etkiyi veya sonu-
cu baflka bir etki ile yok etme,
karfllama.
teveccüh:
hofllanma, güler yüz
gösterme, iltifat etme.
umum:
hep, bütün, cümle, her-
kes.
vilayet:
il.
zelzele:
yer sarsnts, deprem.
zndk:
Allah'a ve ahirete inan-
mayan, Allah' inkâr eden, iman-
sz, münkir.
ziyade:
çok, fazla, artk.
zulüm:
hakszlk, eziyet, cefa, ifl-
kence.
adî:
baya¤, afla¤, de¤ersiz.
afat:
afetler, büyük belâ ve
musibetler.
Arfl- Azam:
en büyük arfl, Al-
lah'n kat, Cenab- Hakkn
kudret ve saltanatnn en bü-
yük dairesi.
ayat- Kur'âniye:
Kur'ân'n
ayetleri.
Cenab- Hak:
Allah.
cüz'î:
küçük.
elbette:
kesinlikle, mutlaka,
flüphesiz.
evvel:
önce, ilk, birinci, iptida,
bafllangç.
fevkalâde:
alfllmfltan farkl,
ola¤anüstü, normalin üstün-
de.
Gavs- Azam:
en büyük gavs,
Abdülkadir-i Geylânî Hazret-
lerinin nam.
had:
yetki.
hâdise:
vaka, olay, ilk defa
olan, meydana çkan hâl.
hafliye:
dipnot.
hücûm:
saldrma, hamle ile
ileri atlmak.
hükmünde:
yerinde, de¤erin-
de.
ihbar:
haber verme, bildirme,
anlatma, duyurma.
inayet:
yardm, ihsan, lütuf.
inflaallah:
Allah izin verirse.
istida:
resmî makamlara bir
iflin yaplmasn, yerine getiril-
mesini istemek maksadyla
yazlan yaz, dilekçe, arzuhal.
iflarat:
iflaretler, alâmetler,
belirtiler.
kat'î:
kesip atan, flüpheye ve
tereddüde mahal brakma-
HAfiYE:
Bu istida Kastamonu zelzelesinden yirmi gün evvel yazlmflt.
Risale-i Nur bereketiyle her vilâyetten ziyade afattan mahfuz kalmflt.
fiimdi afat bafllad ve davamz tasdik etti.