kat’î mukteziyat›n› ve sevdi¤in ve onlar dahi Seni tasdik
ve itaatle kendilerini Sana sevdiren hadsiz makbul ibad›-
n›n hadsiz dualar›n› ve davalar›n› reddederek, küfür ve is-
yan ile ve Seni vaadinde tekzip etmekle Senin azamet-i
kibriyana dokunan ve izzet-i celâline dokunduran ve ulû-
hiyetinin haysiyetine iliflen ve flefkat-i rububiyetini müte-
essir eden ehl-i dalâlet ve ehl-i küfrü, haflrin inkâr›nda
tasdik etmekten yüz bin derece mukaddessin. Ve hadsiz
derece münezzeh ve âlîsin. Böyle nihayetsiz bir zulüm-
den, bir çirkinlikten Senin nihayetsiz adaletini ve cema-
lini ve rahmetini takdis ediyorum.
1
Gk
Ò/
Ñn
c Gv
ƒo
?o
Y n
¿ƒo
dƒo
?n
j És
ªn
Y '
‹Én
©n
J n
h o
¬n
fÉn
ër
Ño
°S
ayetini, vücudumun bütün zerrat› adedince söylemek is-
tiyorum!
Belki Senin o sad›k elçilerin ve o do¤ru dellâl-› salta-
nat›n›n hakkalyakîn, aynelyakîn, ilmelyakîn suretinde
Senin uhrevî rahmet hazinelerine ve âlem-i bekada ihsa-
nat›n›n definelerine ve dâr-› saadette tamam›yla zuhur
eden güzel isimlerinin harika güzel cilvelerine flahadet,
iflaret, beflaret ederler. Ve bütün hakikatlerin mercii ve
günefli ve hamîsi olan Hak isminin en büyük bir flua›, bu
hakikat-i ekber-i haflriye oldu¤unu iman ederek, Senin
ibad›na ders veriyorlar.
Ey Rabbü'l-Enbiya ve's-S›dd›kîn!
Bütün onlar Senin mülkünde, Senin emrin ve kudretin
ile, Senin irade ve tedbirin ile, Senin ilmin ve hikmetin ile
âlem-i beka:
sonsuzluk âlemi,
ahiret.
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
aynelyakîn:
gözle görür derece-
de inanma.
azamet-i kibriya:
haflmetin, aza-
metin, celâlin büyüklü¤ü.
beflaret:
müjde, mufltu, sevindiri-
ci haber.
cemal:
güzellik, iç ve d›fl güzelli¤i.
dâr-› saadet:
saadet, mutluluk
yeri, Cennet.
dellâl-› saltanat:
saltanat›n ilân-
c›s›.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli.
ehl-i küfür:
inkârc›lar, Allah'›n
varl›¤›n› inkâr edenler.
hakikat:
gerçek, as›l, esas.
hakikat-› ekber-i haflriye:
haflre
ait olan en büyük gerçek, haflrin
en büyük gerçe¤i.
hakkalyakin:
marifet mertebesi-
nin en yükse¤i.
hamî:
himaye edici, himaye
eden, koruyucu, koruyan, sahip
ç›kan, gözeten.
haflir:
k›yametten sonra bütün
insanlar›n bir yere toplanmalar›,
Allah'›n, ölüleri diriltip mahflere
ç›karmas›, k›yamet.
haysiyet:
fleref, onur, itibar.
ibad:
abdler, kullar, ibadet eden-
ler.
ihsanat:
ihsanlar, iyilikler, ba¤›fl-
lar, yard›mlar, nimetler, lütuflar.
ilmelyakîn:
yakîn ile bilme, bir
fleyi ilim ve delil ile kesin olarak
bilme, tan›ma, kabul etme.
izzet-i celâl:
büyüklü¤ün ve yü-
celi¤in haysiyet ve flerefi.
kat'î:
kesip atan, flüpheye ve te-
reddüde mahal b›rakmayan, ke-
sin, flüphesiz.
küfür:
Allah'›n varl›¤›na, birli¤ine
inanmama, Ona yak›flmayacak s›-
fatlar yükleme.
makbul:
kabul edilmifl olan, al›-
nan, reddedilmeyen.
merci:
merkez, kaynak, bafl vuru-
lacak yer, müracaat edilecek yer,
dönülecek yer, s›¤›n›lacak yer.
mukaddes:
takdis edilmifl, müba-
rek, ay›p ve noksanlardan kurtul-
mufl, kutsal, aziz, temiz.
mukteziyat:
iktiza edenler, ge-
rektirenler.
münezzeh:
ar›nm›fl, temiz, ar›,
pak, tenzih edilmifl, uzak, berî.
rahmet:
Allah'›n kullar›n› esirge-
mesi, onlara ac›y›p ba¤›fllamas›,
onlara maddî ve manevî nimetler
vermesi, onlar›n günahlar›n› sil-
mesi.
sad›k:
sadakatli, dostlu¤u ve ba¤-
l›l›¤› içten olan.
saltanat-› rububiyet:
kâinat› ter-
biye ve idare edici olan Allah'›n
saltanat›.
1
. Allah, onlar›n söyledikleri fleylerden pek münezzehtir ve pek yücedir. (‹sra Suresi: 43.)
608 |
BED‹ÜZZAMAN SA‹D NURSÎ
K
ASTAMONU
H
AYATI
s›fat:
hâl, keyfiyet, nitelik, va-
s›f.
suret:
biçim, flekil, tarz.
flahadet:
flahit olma, flahitlik,
tan›kl›k.
flefkat-i rububiyet:
her fleyi
idare ve terbiye eden Allah'›n
flefkati.
flua:
huzme, ›fl›n.
fluunat:
keyfiyetler, hâller.
takdis:
Allah'›n hamde ve
övülmeye lây›k oldu¤unu bil-
dirme, Allah'› her türlü kusur
ve noksanl›klardan tenzih et-
me.
tasdik:
do¤rulu¤unu kabul
etme, do¤rulama, gerçekli¤ini
kabul etme.
tekzîb:
yalanlama, yalan ol-
du¤unu söyleme.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete
ait, ahiret âlemiyle ilgili.
ulûhiyet:
ilâhl›k, Allah’l›k.
vaad:
söz verme, üstüne al-
ma, bir fleyi verece¤ini veya
yapaca¤›n› peflin olarak söy-
leme, aht, taahhüt.
zerrat:
zerreler, çok ufak par-
çalar, moleküller, atomlar.
zuhur:
görünme, meydana
ç›kma.
zulüm:
haks›zl›k, eziyet, cefa,
iflkence.