oldu¤undan, hem heyet-i hâkime tetkik ile mükelleftir,
hem ben izah ve cevap vermeye Kurâna ve âlem-i slâ-
ma ve istikbale alâkadarl¤ cihetiyle mecburum. Madem
bir meselenin tam tenevvürü, her halde uzak ve yakn
bütün ihtimalleri beyan etmekle olur; meselemize ait
uzak bir ihtimali beyan etmeye ihtiyaç var. fiöyle ki:
E¤er dinsizli¤i ve küfrü kendine meslek ittihaz eden
bedbaht bir ksm adamlar, bir maksad- siyasînin perde-
si altnda hükûmetin baz erkânna hulûl edip i¤fal etse-
ler veya memuriyet mesle¤ine girseler ve Risale-i Nuru
desiselerle imha ve beni tehditleriyle susturmak için de-
seler:
Taassup zaman geçti; maziyi unutmak ve istikba-
le bütün kuvvetimizle müteveccih olmak lâzm gelirken,
senin irticakârâne bir surette dinî ve imanî kuvvetli ders
vermen iflimize gelmez.
Elcevap:
Evvelâ, o mazi zannedilen zaman ise istikba-
le inklâp etmifl. Ve hakikî istikbal odur. Ve oraya gidece-
¤iz.
Saniyen: Risale-i Nur, tefsir oldu¤u haysiyetiyle,
Kurân- Hakîm ile ba¤lannfl; Kurân ise, küre-i arz Ar-
fla ba¤layan cazibe-i umumiye gibi bir hakikat-i cazibe-
dardr.
Asyada hükmedenler, Kurânn Risale-i Nur gibi
tefsirleriyle mübareze edemezler; belki musalâha ederler,
ondan istifade ederler ve himaye ederler.
Amma benim susmam ise,
madem adî bir keflif yolun-
da ve ehemmiyetsiz bir fikr-i siyasî peflinde ve dünyevî
bir haysiyet yüzünden çok ehl-i izzetin bafllar feda
adî:
baya¤, afla¤, de¤ersiz.
alâkadar:
ilgili, iliflkili, münase-
betli, ba¤l.
âlem-i slâm:
slâm âlemi, slâm
dünyas.
Arfl:
yüksekli¤i sebebiyle bütün
cisimleri içine alan ve Allahn kud-
ret ve hükmüyle istiva etti¤i fley.
bedbaht:
bahtsz, baht kara, ta-
lihsiz.
beyan:
anlatma, açk söyleme,
bildirme, izah.
cazibe-i umumîye:
umumî bir
cazibe, genel çekim gücü.
cihet:
yan, yön, taraf.
desise:
hile, oyun, aldatmaca, dü-
zen, entrika, dolap.
dinî:
dine ait, din ile ilgili.
dünyevî:
dünyaya ait, dünya ile
ilgili.
ehemmiyet:
pek önemli olma,
de¤erlilik.
erkân:
reisler, ileri gelenler.
evrak- tevkifiye:
tutuklama, al-
koyma evrak.
evvelâ:
birinci olarak, her fleyden
önce, ilk önce.
fikr-i siyasî:
siyasî düflünce.
hakikat- câzibedâr:
asl ve esa-
syla çekici olan hakikat, cazibeli
gerçek.
hakikî:
gerçek, sahici.
haysiyet:
kymet, derece.
heyet-i hâkime:
hâkimler heyeti,
hakimler kurulu.
himaye:
koruma, esirgeme, mu-
hafaza etme.
hulûl:
girme, dahil olma, içine so-
kulma.
hüküm:
hakimiyet, hakim olma.
hükümet:
devlet.
i¤fal:
yanltma, gaflete düflürerek
kandrma, yanlfl ifl yaptrma, al-
datma, aldatlma.
ihtimal:
olabilirlik, bir fleyin ola-
bilmesi mümkün olma, gerçekle-
flebilirlik.
ihtiyaç:
gereklilik, lüzumluluk hâ-
li, muhtaç olufl.
imanî:
imana ait olan, imana dair
olan, imanla ilgili.
imha:
bozma, yok etme, mahvet-
me, ortadan kaldrma, ykma.
inklâp:
bir hâlden di¤er hâle geç-
me, hâl de¤ifltirme, de¤iflim, dö-
nüflüm.
irticakârâne:
geri dönmeyi ister-
cesine, irticaî bir flekilde.
istifade:
faydalanma, yararlan-
ma, yarar sa¤lama.
istikbal:
gelecek, gelecek zaman,
ati.
ittihaz:
edinme, alma.
keflif:
gizli bir fleyi bulma, gizli bir
fleyi bulup meydana çkarma.
Kurân- Hakîm:
her ayet ve su-
resinde saysz hikmet ve fayda-
lar bulunan Kurân.
366 |
BEDÜZZAMAN SAD NURSÎ
E
SKfiEHR
H
AYATI
küfür:
Allahn varl¤na, birli-
¤ine inanmama, Ona yakfl-
mayacak sfatlar yükleme.
küre-i arz:
arz küresi, yer yu-
varla¤, dünya, yer küre.
maksat- siyasî:
siyasî gaye,
siyasî amaç, siyasî maksat.
mazi:
geçmifl zaman, yaflan-
landan önceki zaman.
mecbur:
icbar edilmifl, zorla
bir ifle giriflmifl, bir ifli yapmak
zorunda kalmfl.
memuriyet:
memurluk, me-
mur olma hâli.
musalâha:
barflma, uzlaflma,
sulh, barfl.
mübareze:
kavga, dövüflme,
vuruflma, çatflma.
mükellef:
bir fleyi yapmaya,
bir fleyi ödemeye mecbur
olan, vazifeli, muvazzaf.
müteveccih:
teveccüh eden,
bir tarafa, bir cihete dönen,
yönelen.
saniyen:
ikinci derecede,
ikinci olarak.
suret:
biçim, görünüfl, klk,
kyafet.
taassup:
körü körüne ba¤llk.
tefsîr:
Kurânn mana bak-
mndan izah, Kurânn flerhi.
tehdit:
gözda¤ verme, birisi-
ni korkutma, korku verme.
tenevvür:
bir fley hakknda
bilgi sahibi olmak.
tetkik:
dikkatle arafltrma, in-
ceden inceye yoklama, ince-
leme.
zan:
zannetme, sanma, kesin
olarak bilmeksizin kuvvetli
ihtimalle hükmetme.