Onlar›n hakk›nda, de¤il yaln›z biz, belki memleket nam›-
na baflta müddeiumumî olarak, heyet-i hâkimeye dava
etmelidir.
E¤er denilse: “Sen vazifesizsin, milletin hürmetini ka-
bul edip vazifedarlar gibi dinî ders veremezsin. Hem, di-
nî ders verecek resmî bir daire var; onun müsaadesi lâ-
z›md›r.”
Elcevap:
Evvelâ, benim matbaam ve kâtiplerim yoktur
ki vazife-i neflri yaps›n. Bizimki hususîdir. Hususî ifllere,
hususan imanî ve vicdânî olsa, hürriyet-i vicdan düsturu,
onun serbestiyetini temin eder.
Saniyen:
Hükûmet-i ‹ttihadiye, ittifaklar›yla Dârülhik-
meti’l-‹slâmiyede Avrupa’ya karfl› hakaik-› ‹slâmiyeyi is-
pat edecek ve millete ders verecek bir vazifeyle tavzif et-
meleri ve Diyanet Riyasetinin Van’da beni vaiz tayin et-
mesi ve flimdiye kadar yüz risaleden ziyade eserlerim ule-
ma ellerinde gezmesi ve tenkit edilmemesi ispat eder ki,
millete ders vermeye hakk›m var.
Salisen:
E¤er kabir kap›s› kapansayd› ve insan dünya-
da lâyemut kalsayd›, o vakit vazifeler yaln›z askerî ve ida-
rî ve resmî olurdu. Madem her gün lâakal otuz bin flahit,
cenazeleriyle
1
w
?n
M o
är
ƒn
ª r
dn
G
davas›n› imza ediyorlar; elbet-
te dünyaya ait vazifelerden daha ehemmiyetli imanî va-
zifeler var. ‹flte Risale-i Nur, o vazifeleri Kur’ân’›n emriy-
le ifa ediyor. Madem Risale-i Nur amirinin, hâkiminin
kumandan› olan Kur'ân, üç yüz elli milyona hükmedip
adliye:
mahkeme, yarg›lama iflle-
riyle u¤raflan daire.
amir:
büyük memur, memurun
üstü.
askerî:
askere veya askerli¤e ait,
askere mahsus, askerle ilgili.
cenaze:
insan ölüsü.
daire:
devlet ifllerini gören kuru-
lufllardan her biri.
dava:
takip edilen fikir, iddia, ül-
kü.
dinî:
dine ait, din ile ilgili.
Diyanet Riyaseti:
Diyanet ‹flleri
Baflkanl›¤›.
düstur:
kanun, kaide, kural, pren-
sip, esas.
ehemmiyet:
pek önemli olma,
de¤erlilik.
elbette:
kesinlikle, mutlaka, flüp-
hesiz.
eser:
telif.
evvelâ:
birinci olarak, her fleyden
önce, ilk önce.
hakaik-› ‹slâmiye:
‹slâmiyetin
gerçekleri, ‹slâma ait hakikatler.
heyet-i hâkime:
hâkimler heyeti,
hakimler kurulu.
hususan:
bilhassa, ayr›ca, baflka-
ca, hususî olarak.
hususî:
bir fleye, bir kifliye, bir ye-
re has olan, herkese âid olmayan,
özel.
Hükümet-i ‹ttihadiye:
ittihat ve
terakkî hükümeti.
hürmet:
sayg›.
hürriyet-i vicdan:
vicdan hürri-
yeti
:
.
idarî:
idare ile alâkal›, idare ile il-
gili.
ifa:
bir ifli yapma, bir ifli gerçek-
lefltirme.
imanî:
imana ait olan, imana dair
olan, imanla ilgili.
imza:
bir fleyin alt›na ismini yaz-
ma.
iflgal:
meflgul etme, iflten al›koy-
ma, u¤raflt›rma.
ittifak:
bir konuda, ortak bir ga-
yede anlaflma, fikir birli¤i etme,
uyuflma, ba¤daflma.
kabir:
ölüleri defnetmek için ka-
z›lan çukur, mezar, sin, merkad.
büyük, ulu.
kâtip:
yazan, yaz›c›.
lâakal:
en az›ndan, daha afla¤› ol-
maz, en az, hiç olmazsa.
lâyemut:
ölmez, mahvolmaz, ha-
yat› sona ermez, sonu olmayan,
ölümsüz.
matbaa:
bas›m evi.
müddeiumumî:
savc›.
müsaade:
izin, icazet, ruhsat.
nam:
ad, isim.
resmî:
devletin olan, devlete ait,
devletle ilgili.
salisen:
üçüncü olarak.
saniyen:
ikinci derecede,
ikinci olarak.
serbestiyet:
serbestlik, rahat
ve serbest olma hâli.
flahit:
flahitlik yapan, gördü¤ü
veya bildi¤i fleyi mahkeme
önünde yemin ederek söyle-
yip davan›n sonuçlanmas›na
yard›m eden kimse, tan›k.
tavzif:
vazifelendirme, görev-
lendirme, ifle alma, ifl verme.
tayin:
vazifeye gönderme, bir
ifle yerlefltirme, atama.
temîn:
sa¤lama.
tenkit:
elefltirme.
tevkif:
cezaî tahkikat s›ras›n-
da, zanl›n›n mahkeme karar›-
na kadar geçici olarak hapse-
dilmesi.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim
sahipleri.
vaiz:
vaaz eden, nasihat
eden, dinî meseleler üzerinde
ö¤üt vererek irflat eden.
vazife:
ifl, memuriyet.
vazifedar:
vazifeli, vazifesi
olan, ifl gören.
vazife-i neflir:
yay›n vazifesi,
yay›nlama vazifesi.
vicdanî:
vicdanla ilgili, vicda-
na ait, iç duygu ile ilgili, kalbî
his ile ilgili.
ziyade:
çok, fazla, art›k.
1.
Ölüm hakt›r.
364 |
BED‹ÜZZAMAN SA‹D NURSÎ
E
SK‹fiEH‹R
H
AYATI