Haydi, farzmuhal olarak, ben, perde altnda kendi
kendime kanaat-i siyasiyemi yazmflm ve bir ksm has
dostlarma göstermiflim; bunda suç var diyen kanunlar
iflitmemiflim. Hâlbuki Risale-i Nur, iman nurundan bah-
seder, siyaset zulmetine sukut etmemifl ve tenezzül et-
mez.
E¤er faraza, lâik cumhuriyetin mahiyetini bilmeyen bir
dinsiz dese: Senin risalelerin kuvvetli bir dinî cereyan
veriyor, lâdinî cumhuriyetin prensiplerine muaraza edi-
yor.
Elcevap:
Hükûmetin lâik cumhuriyeti, dini dünyadan
ayrmak demek oldu¤unu biliyoruz. Yoksa, hiçbir hatra
gelmeyen dini reddetmek ve bütün bütün dinsiz olmak
demek oldu¤unu, gayet ahmak bir dinsiz kabul eder.
Evet, dünyada hiçbir millet dinsiz olarak yaflamad¤ gibi,
Türk milleti misillü bütün asrlarda mümtaz olarak, bütün
aktâr- cihanda nerede Türk varsa Müslümandr. Sair
anasr- slâmiyenin, küçük de olsa, yine bir ksm slâmi-
yet haricindedir. Böyle pek ciddî ve hakikî dindar ve bin
sene kadar hak dininin kahraman ordusu olarak zemin
yüzünde, mefahir-i milliyesini milyonlar menabi-i diniye
ile çakan ve klçlarnn uçlaryla yazan bu mübarek mil-
leti, dini reddeder veya dinsiz olur diye itham eden ya-
lanc dinsizler ve milliyetsizler, öyle bir cinayet iflliyorlar
ki, Cehennemin esfel-i safilîn tabakasnda ceza görmeye
müstahak olurlar.
ahmak:
pek aklsz, sersem, bu-
dala, kaln kafal, flaflkn, zekaca
geliflmemifl.
aktâr- cihan:
her taraf, dünyann
dört bir yan.
anasr- slâmiye:
Müslüman un-
surlar, milletler.
asr:
yüzyl.
bahsetme:
konu etme.
cereyan:
bir tarafa do¤ru akfl,
aknt, akm.
ciddî:
gerçek, hakikat.
cinayet:
bu derecede a¤r suç.
cumhuriyet:
siyasî mekanizmas
seçimle kurulan, adalet ve huku-
kun üstünlü¤üyle temel hak ve
hürriyetleri sa¤lamay amaçlayan
idare flekli.
dindar:
dinî kaidelere hakkyla ri-
ayet eden, dininin emirlerini yeri-
ne getiren, mütedeyyin.
dinî:
dine ait, din ile ilgili.
faraza:
farz edelim ki, farz edin ki,
sayalm ki, ola ki.
farzmuhal:
imkânsz farz etme,
olmayacak bir fleyi olacakmfl gi-
bi düflünme.
gayet:
çok, fazla, son derece.
hakikî:
gerçek, sahici.
hâlbuki:
hakikat ve do¤rusu flu-
dur ki, öyle iken, oysa ki, hakikat
flu ki.
hariç:
bir fleyin dfl, dflars, dflta
kalan.
has:
halis, samimi, gerçek.
hatr:
zihin, fikir, hafza.
hükümet:
yönetim.
iman:
inanma, inanç, itikat, tas-
dik.
slâmiyet:
Müslümanlk, semavî
dinlerin sonuncusu.
360 |
BEDÜZZAMAN SAD NURSÎ
E
SKfiEHR
H
AYATI
itham:
kabahatli görme, töh-
metlendirme, suçlu görme,
suçlama, suç isnat etme.
kanaat- siyasiye:
siyasî dü-
flünce, siyasî fikir.
kanun:
devletin yasama kuv-
veti tarafndan herkesçe
uyulmak üzere konulan her
türlü kaide, yasa.
lâdinî:
din dfl, dinsiz, dinle
alâkas olmayan.
lâik:
dünya ifllerini din ifllerin-
den ayran, din ifllerini devlet
ifllerine karfltrmayan, lâdinî,
seküler.
mahiyet:
bir fleyin asl, esas,
hakikat, iç yüzü, bir fleyi ta-
yin eden aslî unsur, neden
ibaret oldu¤u, nitelik.
mefahir-i milliye:
millî fleref-
ler, millî iftihar vesileleri.
menabi-i diniye:
dinî kay-
naklar.
misillü:
benzeri, gibi, ayns,
benzer gibi, efl kabilinden.
muaraza:
birbirine karfl gel-
me.
mübarek:
hayrl, mutlu, kut-
lu, u¤urlu.
mümtaz:
meziyetleriyle bafl-
kalarndan ayrlan, seçkin.
prensip:
temel fikir, temel
bilgi, esas, ilke.
redd:
tanmama, inkâr etme.
sair:
di¤er, öteki, baflka.
siyaset
:
politika.
sukut:
düflme, alçalma.
tenezzül:
kendine aykr dü-
flen bir ifli veya durumu kabul
etme, alçalma.
zemin yüzü:
yeryüzü, dünya.
zulmet:
karanlk.