Bilirsiniz ki, flu zamanda, flu vazife-i imaniye çok mü-
himdir; benim gibi zayf, fikri çok cihetlerle inksam
etmifl bir bîçareye yükletmemeli, elden geldi¤i kadar
yardm etmeli... Cenab- Hak, kemal-i rahmetinden, iki
senedir ciddî hakaika nispeten yemifller, fâkiheler nevin-
den tevafukat- lâtife ile ezhanmz taltif etti, zihnimizi
neflelendirdi; kemal-i merhametinden, o tevafukat- lâti-
fe meyveleriyle ciddî bir hakikat-i Kurâniyeye zihnimizi
sevk etti ve ruhumuza o meyveleri gda ve kut yapt.
Hurma gibi hem fâkihe, hem kut oldu; hem hakikat,
hem ziynet ve meziyet birleflti.
Kardefllerim, bu zamanda, dalâlet ve gaflete karfl pek
çok manevî kuvvete muhtacz. Maatteessüf, ben flahsm
itibaryla çok zayf ve müflisim. Harika kerametim yok ki
bu hakaik onunla ispat edeyim ve kudsî bir himmetim
yok ki onunla kulûbu celp edeyim. Ulvî bir deham yok ki
onunla ukulü teshir edeyim. Belki, Kurân- Hakîmin
dergâhnda bir dilenci hadim hükmündeyim. Bu muan-
nit ehl-i dalâletin inadn krmak ve insafa getirmek için
Kurân- Hakîmin esrarndan bazen istimdat ederim.
Keramat- Kurâniye olarak, tevafukatta bir ikram- lâhî
hissettim; iki elimle sarldm.
Evet, Kurândan tereflfluh eden
flaratü
l-
caz ve Risa-
le-i Haflir
de katî bir iflaret hissettim. Emsalleri bulunsun
bulunmasn, bence bir keramet-i Kurâniyedir.
@ @ @
bazen:
zaman zaman, ara sra,
her zaman de¤il.
bîçare:
çaresiz, zavall, flaflkn.
celp:
çekme, çekifl, kendine çek-
mek.
ciddî:
mühim, önemli.
dalâlet:
iman ve slâmiyetten ay-
rlmak, azmak, do¤ru yoldan ay-
rlma, azma, batla yönelme.
deha:
çok aklllk, zekili¤in ve an-
layflll¤n son derecesi.
dergâh:
makam.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yoldan
çkanlar, azgn ve sapkn kimse-
ler.
emsal:
efl, benzer.
esrar:
srlar, gizlenilen ve bilin-
meyen fleyler, akln eremeyece¤i
fleyler.
ezhan:
zihinler, insanda akl, fikir,
zekâ, hafza, anlayfl, kavrayfl
kudretleri.
fakihe:
yemifl, meyve.
gaflet:
Allahtan uzaklaflp nefsi-
nin arzularna dalmak.
hâdim:
hademe, hizmetçi, hizmet
eden, ifle yarayan.
hakaik:
hakikatler, do¤rular, ger-
çekler.
hakikat:
gerçek, hayalî olmayan,
görülen, mevcut olan, bir fleyin
asl ve esas.
hakikat- Kurâniye:
Kurânn as-
l, mahiyeti.
himmet:
çalflma, çabalama, gay-
ret gösterme, emek sarf etme.
hurma:
hurma a¤acnn meyvesi.
ikram- lâhî:
Allahn ikram ve
ihsan.
inksam:
parçalanma.
insaf:
adaleti ve hakk düflünerek
davranma.
istimdat:
medet dileme, imdat
isteme, yardma ça¤rma.
katî:
kesip atan, flüpheye ve te-
reddüde mahal brakmayan, ke-
sin, flüphesiz.
kemal-i merhamet:
merhametin
son derecesi, tam bir merhamet,
mükemmel ve kusursuz merha-
met ile.
kemal-i rahmet:
rahmetin mü-
kemmelli¤i.
keramet:
Allahn velî kullarnda
görülen ola¤anüstü hâller veya
tabiatüstü hâdiseler.
keramet-i Kurâniye:
Kurânn
kerameti.
kudsî:
mukaddes, kutlu, muaz-
zez, aziz.
kulûb:
kalpler, gönüller.
Kurân- Hakîm:
her ayet ve su-
resinde saysz hikmet ve fayda-
lar bulunan Kurân.
kut:
yaflatacak gda, yaflamak
için yenen fley, yiyecek, rzk.
maatteessüf:
teessüfle, esefle,
yazk ki, üzülerek belirteyim ki.
326 |
BEDÜZZAMAN SAD NURSÎ
B
ARLA
H
AYATI
manevî:
madde dfl olan,
maddî olmayan, manaya ait.
meziyet:
bir kifliyi baflkalarn-
dan ayran veya yücelten va-
sf, üstünlük vasf, de¤erlilik,
yüksek karekter, fazilet.
muannit:
inatç, ayak dire-
yen.
muhtâc:
ihtiyac olan, kendi-
sine bir fley lâzm olan, ihti-
yaç içinde bulunan, bir eksi¤i
olup onu tamamlamak iste-
yen.
müflis:
iflâs etmifl, her fleyini
kaybetmifl, maln-mülkünü
kaybetmifl, varn-yo¤unu
elinden çkarmfl.
nispeten:
nispet olarak, nis-
petle, kyaslayarak, öncekine
göre, bir dereceye kadar.
sevk:
yönlendirme.
taltif:
iltifat etme, gönül ok-
flama, iyilikle gönül alma.
tereflfluh:
szma, sznt yap-
ma.
teshir:
cezbetme, kendine
ba¤lama.
tevafukat:
tevafuklar, uy-
gunluklar, raslantlar, birbirine
uygun gelifller.
tevâfukât- latîfe:
hofl ve tat-
l uygunluklar, rast gelmeler,
rastlaflmalar, birbirini tutma-
lar, münasebetler.
ukul:
akllar, zihinler, uslar.
ulvî:
yüksek, yüce.
vazife-i imaniye:
imanla ilgili
vazife, iman vazifesi.
zihin:
bilinç, dima¤.
ziynet:
süs, bezek.