Bu eserlerden üç dördü Türkçe olup, mütebakisi Ara-
bîdirler. Bu zamana kadar hiçbir kitapta emsali bulunma-
yan bir tarz-› beyan ve ifade ile hakikatleri ispat ediyor-
lar.
TAR‹HÇE-‹ HAYATI
| 213
‹
LK
H
AYATI
hariç:
bir fleyin d›fl›, d›flar›s›.
hassa:
bir kimseye, ya da bir fle-
ye özel olan nitelik, özellik.
hücum:
sald›rma, sald›r›.
hükema:
âlimler, filozoflar.
hükmüne geçmek:
yerinde de-
¤erinde olmak; gibi olmak.
i’caz-› manevî:
mana bak›m›n-
dan mucize olufl.
ilmî:
ilim ile ilgili, ilme dair.
ink›lâp etmek:
bir hâlden di¤er
hâle geçmek, dönüflmek.
irflat:
do¤ru yolu gösterme, do¤ru
yola yöneltme, gafletten uyand›r-
ma, uyarma.
ittifak:
birleflme, birlikte hareket.
küllî:
çok, büyük, çok miktarda.
mahsus:
bir fleye veya kifliye has
olan, özel.
makam:
manevî yer, mevki.
manevî:
ruha ve içe ait olan, ruhî;
fikrî, hissî.
marifetullah:
Allah’› tan›ma, an-
lama, bilme.
mazhar:
kavuflma, eriflme.
meslek:
maneviyatta tutulan yol;
yol, usul.
Mesnevî:
Mevlâna’n›n 26.000 be-
yitlik meflhur tasavvufî eseri.
m›sra:
fliirin sat›rlar›ndan her biri.
muvaffak:
baflar›l›.
mücadele:
savaflma; u¤raflma.
mücahede:
mücadele, çarp›flma.
mütehayyir:
hayrete düflen, ne
yapaca¤›n› bilemeyen, karars›z.
nefis:
kötülü¤e sevk eden, hay›r-
l› ifllerden al›koyan güç.
nefs-i emmare:
insan› kötülü¤e
sürükleyen nefis.
pencere-i marifet:
Allah’› tan›tan
pencere.
sair:
di¤er, öteki.
suret:
biçim, görünüfl, tarz.
sülûk:
belli bir yolu takip ederek
manevî terakki mertebelerinde
devam etme.
flübehat:
flüpheler.
flükûk:
flüpheler.
flükür:
görülen bir iyili¤e karfl›l›k
hoflnutluk, memnunluk ve min-
nettarl›k ifade etme, teflekkür.
tab:
basma, kitap haline getirme.
tahayyür:
hayrette kalma.
tarz:
flekil, biçim, yol; anlat›m ve
davran›fl biçimi.
tevhid-i k›ble:
bir tek yere yö-
nelme, birini takip etme.
turuk-i cehriye:
zikirlerini aç›k-
tan sesli olarak yapan tarikatlar.
turuk-i hafiye:
zikirleri gizli ola-
rak, kalple yapan tarikatlar.
ulema:
âlimler.
üstad-› hakikî:
gerçek ö¤retici.
üstad-› kudsî:
kusurlardan uzak,
kutsal ö¤retici.
üstat:
ö¤retici.
sülûke bafllad›lar. Nefs-i emmaresi de flükûk ve flübehat›yla onu manevî ve
ilmî mücahedeye mecbur etti. Gözü kapal› olarak de¤il; belki ‹mam-› Ga-
zalî (r.a.) Mevlâna Celâleddin (r.a.) ve ‹mam-› Rabbanî (r.a.) gibi kalp, ruh,
ak›l gözleri aç›k olarak, ehl-i isti¤rak›n ak›l gözünü kapad›¤› yerlerde, o
makamlarda gözü aç›k olarak gezmifl. Cenab-› Hakka hadsiz flükrolsun ki,
Kur’ân’›n dersiyle, irflad›yla hakikate bir yol bulmufl. Hatta
1
l
óp
MGn
h o
¬s
`fn
G '
¤n
Y t
?o
ón
J l
án
`j'
G o
¬n
d m
Ar
Àn
T u
?o
c
?/
a n
h
hakikatine mazhar oldu¤unu, Yeni Sa-
id’in Risale-i Nur’uyla göstermifl.
Mevlâna Celâleddin (r.a.) ve ‹mam-› Rabbanî (r.a.) ve ‹mam-› Gazalî
(r.a.) gibi, ak›l ve kalb ittifak›yla gitti¤i için, herfleyden evvel kalb ve ruhun
yaralar›n› tedavi ve nefsinin evhamdan kurtulmas›n› temine çal›fl›p, felil-
lâhilhamd, Eski Said Yeni Said’e ink›lâp etmifl. Asl› Farisî, sonra Türkçe
olan
Mesnevî-i fierif
gibi o da Arapça bir nevi
Mesnevî
hükmünde
Katre,
Hubab, Habbe, Zühre, Zerre, fiemme, fiule, Lem’alar, Reflhalar, Lâsiy-
yemalar
ve sair dersleri ve Türkçede
Nokta
ve
Lemaat’
› gayet k›sa bir su-
rette yazm›fl; f›rsat buldukça da tab etmifl. Yar›m asra yak›n o mesle¤i Ri-
sale-i Nur suretinde, fakat dahilî nefis ve fleytanla mücadeleye bedel, ha-
riçte muhtaç mütehayyirlere ve dalâlete giden ehl-i felsefeye karfl›, Risa-
le-i Nur, genifl ve küllî mesnevîler hükmüne geçti...
O fidanl›k
Mesnevî
, turuk-i hafiye gibi enfüsî ve dâhilî cihetinde çal›fl-
m›fl; kalp ve ruh içinde yol açmaya muvaffak olmufl. Bahçesi olan Risa-
le-i Nur, hem enfüsî, hem ekser cihetinde turuk-i cehriye gibi afakî ve ha-
riç daireye bak›p marifetullaha genifl ve her yerde yol açm›fl. Âdeta Mu-
sa Aleyhisselâm’›n asâs› gibi nereye vurmufl su ç›karm›fl.
Hem Risale-i Nur, hükema ve uleman›n mesle¤inde gitmeyip,
Kur’ân’›n bir i’caz-› manevîsiyle, her fleyde bir pencere-i marifet açm›fl;
bir senelik ifli bir saatte görür gibi Kur’ân’a mahsus bir s›rr› anlam›flt›r ki,
bu dehfletli zamanda hadsiz ehl-i inad›n hücumlar›na karfl› ma¤lûp olma-
y›p galebe etmifl..."
afakî:
d›fl âlemle ilgili.
asa:
de¤nek, sopa.
bedel:
karfl›l›k, karfl›.
cihet:
yan, yön, taraf.
dâhilî:
içe ait, iç ile ilgili.
dalâlet:
iman ve ‹slâmiyetten
ayr›lma, bat›la yönelme.
dehfletli:
korkunç, ürkütücü.
delil:
iz, iflaret.
ehl-i felsefe:
felsefe ile u¤ra-
flanlar.
ehl-i inat:
inat edenler.
ehl-i isti¤rak:
kendinden ge-
çip dünyay› unutanlar.
ekser:
ço¤unluk.
enfüsî:
nefiste meydana ge-
len; iç dünyayla ilgili.
evham:
vehimler, zanlar, kufl-
kular, kuruntular.
evvel:
önce.
Farisî:
‹ran dili, Farsça.
felillâhilhamd:
Allah’a hamd
olsun, flükürler olsun.
galebe:
galip gelme, yenme.
gaybî:
gayba ait, göze görün-
meyenlere ait, gaypla ilgili.
hadsiz:
s›n›rs›z, sonsuz.
hakikat:
gerçek, bir fleyin as-
l› ve esas›.
haricî:
d›flar›ya ait, d›flla ilgili.
1.
Her bir fleyde Onun birli¤ine iflaret eden bir delil vard›r. (‹bnü'l-Mu'tez isimli Arap flairine ait
bir m›sra. ‹bni Kesîr, Tefsîrü'l-Kur'âni'l-Azîm, 1:24.)