Şualar - page 27

menzillerine çok mahsulât yetiştiren bir mezraa ve dâr-ı
saadet tabakalarına a’mal-i beşeriye gibi çok hâsılatıyla
levazımat tedarik eden bir fabrika ve âlem-i bekada, hu-
susan cennet-i âlâdaki ehl-i temaşaya dünyadan alınma
sermedî manzaraları göstermek için mütemadiyen işle-
yen yüz bin yüzlü sinemalı bir fotoğraf iken; şirk ise, bu
çok acip ve tam mutî, hayattar ve cismanî melâikeyi ca-
mit, ruhsuz, fânî, vazifesiz, hâlik, manasız, hâdisatın her-
cümerci altında ve inkılâpların fırtınaları içinde adem zu-
lümatında yuvarlanan bir perişan mecmua-i vâhiyesi; hem
bu çok garip ve tam muntazam, menfaattar fabrikayı
mahsulatsız, neticesiz, işsiz, muattal, karmakarışık olarak
şuursuz tesadüflerin oyuncağı ve sağır tabiatın ve kör kuv-
vetin mel’abegâhı ve umum zîşuurun matemhanesi ve bü-
tün zîhayatın mezbahası ve hüzüngâhı suretine çevirir.
İşte,
(1)
l
º«/
¶n
Y l
ºr
?o
¶n
d n
?r
ôu
°ûdG s
¿
p
G
sırrıyla, şirk bir tek seyyie
iken, ne kadar çok ve büyük cinayetlere medar oluyor ki,
cehennemde hadsiz azaba müstahak eder. Her ne ise,
Si-
racünnur’
da bu İkinci Meyvenin izahatı ve hüccetleri mü-
kerreren beyan edildiğinden, o uzun kıssayı kısa bıraktık.
Bu İkinci Meyveye beni sevk edip isal eden acip bir his
ve garip bir zevktir. Şöyle ki:
Bir zaman, bahar mevsiminde, temaşa ederken gör-
düm ki; zemin yüzünde haşir ve neşr-i azamın yüz binler
numunelerini gösteren bir seyeran ve seyelân içinde
Şualar | 27 |
i
kinci
Ş
ua
izahat:
izahlar, açıklamalar.
kıssa:
ibret verici hikâye.
levazımat:
lüzumlu maddeler, ih-
tiyaç maddeleri.
mahsulât:
meyveler, ürünler, top-
raktan yetişen şeyler.
matemhane:
yas tutulan ev, ma-
tem evi.
medar:
dayanak noktası, sebep,
vesile.
mel’abegâh:
oyun yeri.
menfaattar:
menfaat ve fayda gö-
ren.
menzil:
durak, konak yeri.
mezbaha:
hayvan kesilen yer, sal-
hane.
mezraa:
ziraat yapılacak yer, tar-
la, ekilecek yer.
muattal:
terk edilmiş, kullanıla-
maz olmuş.
mutî:
itaat eden, boyun eğen.
mükerreren:
mükerrer olarak, tek-
rar olarak, tekrar be tekrar.
müstahak:
hak eden, hak etmiş.
mütemadiyen:
sürekli olarak, de-
vamlı.
neşr-i azam:
en büyük neşir, İlâhî
neşir, baharda bitkilerin yeşertilip
yaygınlaştırılması, çoğaltılması.
netice:
sonuç.
sermedî:
ebedî, daimî, sürekli.
sevk:
yöneltme.
seyelân:
akma, cereyan etme.
seyeran:
bakma, bakıp görme,
seyretme, temaşa.
seyyie:
suç, günah.
suret:
biçim, görünüş.
şuursuz:
idraksiz, bilgisiz.
tabaka:
kat, katman.
tedarik:
sağlama, temin etme,
karşılama.
temaşa:
bakma, bakıp seyretme.
tesadüf:
rastlantı, bir şeyin ken-
diliğinden meydana gelmesi.
umum:
bütün.
zemin:
yeryüzü.
zîhayat:
hayat sahibi.
zîşuur:
şuurlu, şuur sahibi.
zulümat:
karanlıklar.
a’mal-i beşeriye:
insanların
yaptıkları işler.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
adem:
yokluk.
âlem-i beka:
sonsuzluk âle-
mi, ahiret.
azap:
günahlara karşı ahiret-
te çekilecek ceza.
beyan etmek:
açıklamak, bil-
dirmek, izah etmek.
camit:
ruhsuz, cansız.
Cennet-i Âlâ:
Cennet katları-
nın en yükseği, sekizinci Cen-
net, Cennet-i Vesile.
cinayet:
cana kıyma, katl ve-
ya bu derecede ağır bir suç.
dâr-ı saadet:
saadet, mutlu-
luk yeri, Cennet.
ehl-i temaşa:
seyredenler, ib-
retle izleyenler.
fânî:
ölümlü, geçici.
garip:
tuhaf, şaşılacak.
hâdisat:
hâdiseler, olaylar.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hâlik:
helâk olan, mahvolan,
fenâya giden, yok olan.
hâsılat:
gelir, kazanç, kâr.
haşr-i azam:
büyük haşir, bü-
yük diriliş ve toplanma yeri.
hayattar:
canlı, yaşayan.
hercümerç:
karmakarışık ol-
ma, alt üst olma.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hüccet:
delil.
hüzüngâh:
üzüntü yeri.
isal:
ulaştırma, eriştirme.
1.
Şüphesiz, şirk büyük bir zulümdür. (Lokman Suresi: 18.)
1...,17,18,19,20,21,22,23,24,25,26 28,29,30,31,32,33,34,35,36,37,...1581
Powered by FlippingBook