Üçüncü Meyve
zîşuura, ve bilhassa insana bakar.
evet,
sırr-ı vahdet ile, insan, bütün mahlûkat içinde bü-
yük bir kemal sahibi ve kâinatın en kıymettar meyvesi ve
mahlûkatın en nazenini ve en mükemmeli ve zîhayatın
en bahtiyarı ve en mes’udu ve Hâlık-ı Âlem’in muhatabı
ve dostu olabilir. Hatta bütün kemalât-ı insaniye ve beşe-
rin bütün ulvî maksatları tevhid ile bağlıdır ve sırr-ı vah-
detle vücut bulur. Yoksa, eğer vahdet olmazsa, insan
mahlûkatın en bedbahtı ve mevcudatın en süflîsi ve hay-
vanatın en bîçaresi ve zîşuurun en hüzünlüsü ve azaplısı
ve gamlısı olur. Çünkü, insan nihayetsiz bir aczi ve niha-
yetsiz düşmanları ve hadsiz bir fakrı ve hadsiz ihtiyaçları
bulunmakla beraber, mahiyeti öyle çok ve mütenevvi alât-
la ve hissiyatla teçhiz edilmiş ki, yüz bin çeşit elemleri his-
seder ve yüz binler tarzlarda lezzetleri zevk ederek, ister;
ve öyle maksatları ve arzuları var ki, bütün kâinata birden
hükmü geçmeyen bir zat o arzuları yerine getiremez.
• Meselâ,
insanda gayet şedit bir arzu-i beka var
. İnsa-
nın bu maksadını öyle bir zat verebilir ki, bütün kâinatı
bir saray hükmünde tasarruf eder; bir odanın kapısını ka-
payıp, diğer bir menzilin kapısını açmak gibi kolay bir su-
rette, dünya kapısını kapayıp ahiret kapısını açabilsin.
Beşerin, bu arzu-i beka gibi, ebed tarafına uzanmış ve
aktâr-ı âleme yayılmış binler menfi ve müspet arzuları var
ki; onları vermekle beşerin iki dehşetli yaraları olan
Şualar | 31 |
i
kinci
Ş
ua
niteliği.
mahlûkat:
Allah tarafından yara-
tılanlar.
mahlûkat:
Allah tarafından yara-
tılanlar.
maksat:
gaye.
maksat:
gaye.
menfi:
olumsuz, müspet olma-
yan.
menzil:
oda, yer, mekân.
mes’ut:
saadetli, bahtlı, bahtiyar,
kutlu.
meselâ:
örneğin.
muhatap:
kendisine hitap olunan,
söz söylenilen kimse.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
müspet:
olumlu, yapılması mem-
nuniyet veren.
mütenevvi:
aynı cinsten olma-
yan, nevi nevi, çeşit çeşit.
nazenin:
nazlı, nazik, narin, ince
yapılı.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
suret:
biçim, tarz.
süflî:
aşağılık, bayağı, adî.
şedit:
şiddetli.
tarz:
biçim, şekil.
tasarruf:
bir şeyin sahibi olup ida-
re etme, mülkünü istediği gibi kul-
lanma.
teçhiz:
cihazlama, donatma, ha-
zırlama.
vahdet:
birlik ve teklik.
vücut:
varlık.
zat:
kişi, şahıs.
zîşuur:
şuurlu, şuur sahibi.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
ahiret:
dünya hayatından son-
ra başlayıp ebediyen devam
edecek olan ikinci hayat.
aktâr-ı âlem:
âlemin her ta-
rafı, âlemin dört bir yanı.
alât:
aletler, vasıtalar, aygıt-
lar.
arzu-i beka:
sonsuzluğu arzu
etme duygusu, ebedî yaşama
isteği.
azap:
büyük sıkıntı, şiddetli
acı.
bahtiyar:
bahtlı, tâli’li, mes'ut,
mutlu.
bedbaht:
bahtsız, tâli’siz, za-
vallı.
beşer:
insan, insanlık, âdemoğ-
lu.
beşer:
insanlık.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ebed:
sonsuzluk, daimîlik.
fakr:
fakirlik, yoksulluk, muh-
taçlık.
gam:
keder, üzüntü.
gayet:
son derece.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
Hâlık-ı Âlem:
âlemin yaratıcı-
sı, bütün âlemi yaratan, Allah.
hamd:
Allah’a karşı şükran ve
memnuniyetini onu överek
bildirme.
hayvanat:
hayvanlar.
hissiyat:
hisler, duygular.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
hüküm:
karar, emir, hâkimi-
yet.
kâinat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı, bütün âlemler,
varlıklar.
kemalât-ı insaniye:
insana ait
mükemmellik ve olgunluklar.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası,