Hem, o cüz’î zîhayatlarda, pek zahir bir surette anlaşı-
lır ki, onun sânii onu görür, bilir, dinler, istediği gibi ya-
par.
Âdeta o zîhayatın masnuiyeti arkasında muktedir,
muhtar, işitici, bilici, görücü bir Zatın manevî bir teşah-
husu, bir taayyünü imana görünür
.
Ve bilhassa, zîhayattan insanın mahlûkıyeti arkasında,
gayet aşikâr bir tarzda, o manevî teşahhus, o kudsî taay-
yün, sırr-ı tevhid ile, imanla müşahede olunur. Çünkü, o
teşahhus-i ehadiyetin esasları olan ilim ve kudret ve ha-
yat ve sem' ve basar gibi manaların hem numuneleri in-
sanda var; o numuneler ile onlara işaret eder
.
Çünkü, meselâ, gözü veren zat, hem gözü görür, hem
ince bir mana olan gözün gördüğünü görür, sonra verir.
evet, senin gözüne bir gözlük yapan gözlükçü usta, göze
gözlüğün yakıştığını görür, sonra yapar.
Hem kulağı veren zat, elbette o kulağın işittiklerini işi-
tir, sonra yapar, verir. sair sıfatlar buna kıyas edilsin.
Hem, esmanın nakışları ve cilveleri insanda var; onlar
ile o kudsî manalara şahadet eder.
Hem, insan, zaafıyla ve acziyle ve fakrıyla ve cehliyle
diğer bir tarzda âyinedarlık edip, yine zaafına, fakrına
merhamet eden ve medet veren Zatın kudretine, ilmine,
iradesine ve hakeza sair evsafına şahadet eder.
İşte, daire-i kesretin müntehasında ve en dağınık
cüz’iyatında, sırr-ı vahdetle bin bir esma-i İlâhiye zîhayat
denilen küçücük mektuplarda temerküz edip, açık
okunduğundan, o sâni-i Hakîm zîhayat nüshalarını çok
akis:
yansıma.
basar:
Allah’ın kendi şanına lâyık
bir tarzda görme sıfatı.
bilhassa:
özellikle.
cemal:
güzellik, Cenab-ı Hakkın
lütuf ve ihsanı ile tecellisi.
cüz’î:
bir bütünü meydana geti-
ren parçalardan her biri.
daire-i kesret:
bolluk, ziyadelik
ve çokluk dairesi.
esma:
isimler.
evliya:
velîler, Allah dostları.
ilim:
bilme, bilgi.
kâinat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı, bütün âlemler,
varlıklar.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
mahlûkıyet:
yaratılmışlık, ya-
ratılmış olma.
masnuiyet:
sanatlılık, sanat
değeri olma.
meselâ:
örneğin.
muhtar:
hükmü elinde tutan,
hareketinde serbest olan, di-
lediğini yapan.
muktedir:
iktidarlı, gücü ye-
ten.
münteha:
bir şeyin ulaşabil-
diği son yer, nihayet.
müşahede olunmak:
görül-
mek.
nakış:
resimli, renkli süsleme,
bezeme.
numune:
örnek.
sair:
diğer, başka, öteki.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak
yaratan Allah.
sem’:
işitme.
sıfat:
vasıf, nitelik.
sırr-ı tevhid:
Allah’ın birliği-
nin sırrı.
sırr-ı vahdet:
Cenab-ı Allah’ın
umum eşyada birden tecelli
eden birliğinin sırrı.
suret:
biçim, görünüş.
tarz:
biçim, şekil.
teşahhus:
şahıslanma, şahıs
hâline girme.
teşahhus-i ehadiyet:
Cenab-ı
Hakkı tarif eden birlik tecelli-
lerinin gösterilmesi, tarif edil-
mesi.
zahir:
açık, görünür.
zîhayat:
hayat sahibi, canlı.
i
kinci
Ş
ua
| 22 | Şualar