namaz tesbihatının ahirinde Şafiîlerde gayet müstamel
ve meşhur bir salâvat olan
m
A B G n
O p q
? o
c
p
On
ón
©p
H m
ós
ªn
?o
Én
fp
óu
«°n
S p
?'
G '
=
¤ n
Y n
h m
ó s
ª n
?o
Én
fp
óu
«°n
S '
¤n
Y pq
?°n
U s
º o
¡
s
?dn
G
(1)
Gk
Ò/
ã`n
c Gk
Ò/
ã`n
c r
ºp
¡r
«n
?n
Yn
h p
¬r
«n
?n
Y r
ºu
?°n
Sn
h r
?p
QÉn
Hn
h m
ABG n
hn
On
h
’nin ehemmiyeti yüzündendir ki; insanın hikmet-i hilkati
ve sırr-ı camiiyeti ise, her zaman, her dakika Hâlık’ına
iltica ve yalvarmak ve hamd ve şükür etmek olduğundan,
insanı dergâh-ı İlâhiyeye kamçı vurup sevk eden en
keskin ve müessir saik hastalıklar olduğu gibi, insanı
kemal-i şevk ile şükre sevk eden ve tam manasıyla
minnettar edip hamd ettiren tatlı nimetler ise, başta şi-
falar ve devalar ve afiyetler olduğundan, bu salâvat-ı şeri-
fe gayet müşerref ve manidar olmuştur. Ben bazen
(2)
m
ABG n
hn
On
h m
ABG n
O pq
?o
c p
On
ón
©p
H
dedikçe, küre-i arzı bir hastahane su-
retinde ve maddî ve manevî bütün dertlerin ve ihtiyaçla-
rın dermanlarını ihsan eden Şâfi-i Hakikî’nin pek aşikâr
bir mevcudiyetini ve küllî bir şefkatini ve kudsî ve geniş
bir rahîmiyetini hissediyorum.
•
Hem meselâ
, dalâletin gayet müthiş manevî elemini
hisseden bir adama iman ile hidayet ihsan etmek; eğer
tevhid nazarıyla bakılsa, birden o cüz’î ve fânî ve âciz
adam, bütün kâinatın hâlıkı ve sultanı olan Ma’bud’unun
muhatap bir abdi olmak ve o iman vasıtasıyla bir
saadet-i ebediyeyi ve şahane ve çok geniş ve şaşaalı bir
mülk-i bâkî ve bâkî bir dünyayı ihsan etmek ve onun gibi
Şualar | 19 |
i
kinci
Ş
ua
hikmet-i hilkat:
yaratılış hikmeti.
iltica:
sığınma, güvenme, dayan-
ma.
iman:
inanma, itikat.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin
tamamı, bütün âlemler, varlıklar.
kemal-i şevk:
tam ve kusursuz
bir istek.
küre-i arz:
yer küre, dünya.
Ma’bud:
kendisine ibadet edilen,
tapınılan, kulluk edilen Allah.
maddî:
madde ile alâkalı, cisma-
nî.
manevî:
maddî olmayan, içe ait,
mana ile ilgili.
manidar:
nükteli, ince manalı.
meşhur:
şöhretli, herkesin bildiği,
yaygınlık kazanmış.
mevcudiyet:
mevcut olma, var-
lık.
minnettar:
bir iyiliğe karşı teşek-
kür duygusu içinde olan.
muhatap:
kendisine hitap olunan.
müessir:
tesirli.
mülk-i bâkî:
daimî, kalıcı olan
mülk; daima tasarruf altında bu-
lunan mülk.
müstamel:
istimal edilen, kullanı-
lan.
müşerref:
şerefli, yüce.
nimet:
Allah’ın bağışladığı maddî
ve manevî lütuf ve ikramlar.
rahîmiyet:
merhamet edicilik.
saadet-i ebediye:
sonu olmayan,
sonsuz mutluluk.
saik:
sebep olan, güdüleyen, amil.
salât:
Hz. Peygambere dua; Hz.
salâvat-ı şerife:
Hz. Muhammed
(asm) için yapılan dualar.
selâm:
barış, rahatlık, selâmet,
esenlik.
sevk:
önüne katıp sürme, yönelt-
me.
sırr-ı camiiyet:
camiiyet sırrı; pek
çok mana ve şeyleri içinde bulun-
durma ve toplamadaki maksat,
sır.
sultan:
mutlak iktidar sahibi olan;
Allah.
Şâfi-i Hakikî:
hakikî şifa verici,
esas şifayı veren, iyileştiren, Ce-
nab-ı Hak.
Şafiî:
Şafiî mezhebinden olan kim-
se.
şahane:
mükemmel, muhteşem.
şefkat:
acıyarak ve esirgeyerek
sevme, içten ve karşılıksız mer-
hamet.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahibini
tanıma ve ona karşı minnet duy-
ma.
tesbihat:
tesbihler, Cenab-ı Hak-
kın bütün noksan sıfatlardan uzak
ve bütün kemal sıfatlara sahip ol-
duğunu ifade eden sözler.
abd:
kul.
âciz:
gücü yetmez, zavallı.
afiyet:
sağlık, esenlik.
ahir:
son.
aşikâr:
açık, belli, meydanda.
bâkî:
artan, artık, fazla. Medi-
ne mezarlığının adı.
bereket:
mübareklik, bolluk,
saadet.
dalâlet:
Hak ve hakikatten
sapma, doğru yoldan ayrılma,
azma.
dergâh-ı İlâhiye:
Cenab-ı Hak-
kın dergâhı, kapısı, katı.
deva:
ilâç, çare.
ehemmiyet:
pek önemli ol-
ma.
elem:
dert, üzüntü, maddî-
manevî ıztırap.
fânî:
ölümlü, geçici.
gayet:
son derece.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şe-
yi yoktan var eden, yaratıcı;
Allah.
hamd:
Allah’a karşı olan şük-
ran ve memnuniyetini onu
överek bildirme, Allah’ın yü-
celiğini övme.
hidayet:
doğru inanç ve ya-
şayış üzere olmak.
1.
Allah’ım, Efendimiz Muhammed’e ve Efendimiz Muhammed’in Âline bütün hastalıklar ve
ilâçlar sayısınca çok çok salât, bereket ve selâm eyle.
2.
Bütün hastalıklar ve ilâçlar sayısınca...