Altı İ
sm-i Azamın Altı Nüktelerinin
Allahü Ehad’e Dair Yedinci Nükte-i Azamıdır
W
(1)
o
Ú/
©n
à°r
ùn
f /
¬p
Hn
h
(2)
*G s
’p
G n
¬ '
dp
G = '
’ o
¬s
`fn
G r
º n
?r
YÉn
a
ayetinin bir muhteşem nüktesiy-
le, meşhur bir kasem-i nebevînin işaretiyle ve ilhamıyla
hissettiğim gayet güzel ve çok şirin ve nihayet derecede
lâtif üç meyve-i tevhid ve üç muktazisi ve üç hüccetine
dair bir nüktedir.
İşte, resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm yemin etti-
ği vakit, en çok istimal ve tekrar ile her zaman ferman et-
tiği şu
(3)
/
?p
ón
«p
H m
ó s
ªn
?o
¢ o
ùr
Øn
f …/
òs
dGn
h
kasemidir. Ve bu kasem
gösteriyor ki, şecere-i kâinatın en geniş dairesi ve en
müntehası ve nihayatı ve teferruatı dahi zat-ı Vahid-i
ehad’in kudretiyle ve iradesiyledir. Çünkü, mahlûkatın en
müntehap ve en müstesnası olan Muhammed Aleyhissa-
lâtü Vesselâmın nefsi kendi kendine malik olmazsa ve
ef’alinde serbest bulunmazsa ve harekâtı başka bir ihti-
yâra bağlı ise, elbette hiçbir şey, hiçbir şe’n, hiçbir hâl,
hiçbir keyfiyet, cüz’î olsun küllî olsun, o muhit iktidarın,
o şamil ihtiyârın daire-i tasarrufunun haricinde olamaz.
evet, bu çok manidar kasem-i Muhammedînin (
AsM
) ifa-
de ettiği gayet muazzam ve muhit bir tevhid-i rububiyet-
tir. Ve bu tevhidin ispatına dair yüz, belki bin bâhir
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
bâhir:
apaçık, aşikâr.
cüz’î:
az, parçaya ait olan.
daire-i tasarruf:
tasarruf sahası.
ef’al:
fiiller, ameller.
ferman:
emir, buyruk.
gayet:
son derece.
harekât:
hareketler, davranışlar.
hariç:
bir şeyin dışında kalma.
hüccet:
delil.
ihtiyar:
irade, tercih.
iktidar:
güç, idareyi elinde bulun-
durma.
ilham:
belli bilgi vasıtalarına baş-
vurmadan Allah tarafından insa-
nın kalbine veya zihnine indirilen
mana.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi yap-
ma veya yapmama konusunda
karar verebilme ve bu kararı yeri-
ne getirme gücü.
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
istimal:
kullanma.
kasem:
yemin, ahit.
kasem-i Muhammedî:
Hz. Mu-
hammed’in yemini, sözü.
kasem-i Nebevî:
Hazret-i Peygam-
berin yemini.
keyfiyet:
bir şeyin nasıl olduğu,
durum, iç yüz.
kudret:
Allah’ın bütün varlığı çev-
releyen ezelî kuvveti.
küllî:
umumî, genel.
lâtif:
güzel, hoş.
mahlûkat:
Allah tarafından yara-
tılanlar.
malik:
sahip.
manidar:
nükteli, ince manalı.
meşhur:
şöhretli, herkesin bildiği,
yaygınlık kazanmış.
meyve-i tevhid:
tevhid hakikati-
nin güzel neticesi, Allah’ın bir-
liğinin meyvesi.
muazzam:
çok büyük, ulu, yü-
ce.
muhit:
ihata eden, kuşatıcı.
muhteşem:
haşmetli, yüce.
muktazi:
gerektiren, icap et-
tiren.
münteha:
bir şeyin ulaşabil-
diği son yer, nihayet.
müntehap:
seçkin, güzide,
mümtaz.
müstesna:
benzerlerinden üs-
tün olan, seçkin, mümtaz.
nefis:
kişinin kendisi, şahsı.
nihayat:
nihayetler, sonlar, ne-
ticeler.
nihayet:
son.
şamil:
içine alan, kapsayıcı.
şecere-i kâinat:
kâinat ağacı.
şe’n:
iş.
teferruat:
ayrıntılar, dallar, bö-
lümler.
tevhid-i rububiyet:
Cenab-ı
Hakkın kâinatın terbiye, ted-
bir ve idaresinde bir olduğu-
nu, yardımcı veya ortağının
bulunmadığını kabul etme.
Zat-ı Vahid-i Ehad:
tek ve
benzersiz olan Cenab-ı Hak.
1.
Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. • Ve sadece Ondan yardım dileriz.
2.
Bil ki, Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. (Muhammed Suresi: 19.)
3.
Muhammed’in nefsi kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim. (Müsned, 4:16.)
i
kinci
Ş
ua
| 16 | Şualar