teksir ediyor. Ve bilhassa zîhayatlardan küçüklerin taife-
lerini pek çok tarzda nüshalarını teksir eder ve her tarafa
neşreder.
Bu Birinci Meyvenin hakikatine beni isal ve sevk eden,
zevkî bir hissimdir. Şöyle ki:
Bir zaman, ziyade rikkatimden ve fazla şefkatten ve acı-
mak duygusundan, zîhayat ve hususan onlardan zîşuur ve
bilhassa insanlar ve bilhassa mazlumlar ve musibete girif-
tar olanların hâlleri çok ziyade rikkatime ve şefkatime ve
kalbime dokunuyordu. kalben diyordum: “Bu âciz ve za-
yıf bîçarelerin dertlerini, âlemde hükmeden bu yeknesak
kanunlar dinlemedikleri gibi, istilâ edici ve sağır olan un-
surlar, hâdiseler dahi işitmezler. Bunların bu perişan hâl-
lerine merhamet edip, hususî işlerine müdahale eden yok
mu?” diye ruhum çok derin feryat ediyordu. Hem, “o
çok güzel memlûkların ve çok kıymettar malların ve çok
müştak ve minnettar dostların işlerine bakacak ve onlara
sahabet edecek ve himayet edecek bir malikleri, bir sa-
hipleri, bir hakikî dostları yok mu?” diye kalbim bütün
kuvvetiyle bağırıyordu.
İşte ruhumun feryadına ve kalbimin vaveylâsına vafi ve
kâfi ve teskin edici ve kanaat verici cevap ise:
sırr-ı tevhid ile, rahman ve rahîm olan zat-ı zülce-
lâl’in, umumî kanunların tazyikatları ve hâdisatın teha-
cümatı altında ağlayan ve sızlayan o sevimli memlûkları-
na, kanunların fevkinde olarak, ihsanat-ı hususiyesi ve im-
dadat-ı hassası ve doğrudan doğruya her şeye karşı
Şualar | 23 |
i
kinci
Ş
ua
dolayı müteessir olma hasleti.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın te-
meli ve sebebi olan manevî var-
lık.
sahabet:
sahip çıkma, koruma, ar-
ka çıkma.
sevk:
ulaştırma, yöneltme.
sırr-ı tevhid:
Allah’ın birliğinin sır-
rı.
tazyikat:
tazyikler, baskılar, zor-
lamalar.
tehacümat:
hücumlar, saldırışlar.
teksir etmek:
çoğaltmak, artır-
mak.
teskin:
sakinleştirme, yatıştırma.
umumî:
herkesle ilgili, genel.
unsur:
birleşik bir şeyi meydana
getiren elemanlardan her biri, esas,
asıl.
vâfi:
yeterli, tam.
vaveylâ:
çığlık, feryat.
yeknesak:
tek düzen, değişmez.
Zat-ı Zülcelâl:
sonsuz büyüklük
ve haşmet sahibi olan zat, Allah.
zevkî:
zevkle ilgili, zevke ait.
zîhayat:
hayat sahibi.
zîşuur:
şuurlu, şuur sahibi.
ziyade:
fazlasıyla.
âciz:
zayıf, güçsüz.
âlem:
dünya, cihan.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
bilhassa:
özellikle.
feryat:
sızlanma, şikâyet.
fevkinde:
üstünde.
hâdisat:
hâdiseler, olaylar.
hâdise:
olay.
hakikat:
gerçek, esas.
hakikî:
gerçek.
himayet:
koruma, esirgeme.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hususî:
özel.
hükmetme:
hâkim olma, iş-
leme.
ihsanat-ı hususiye:
Cenab-ı
Hakkın her bir mahlûkuna hu-
susî ihsanları, ikramları.
imdadat-ı hassa:
özel yardım-
lar, imdatlar.
isal:
ulaştırma, eriştirme.
istilâ etmek:
kaplamak, ele
geçirmek, üstün gelmek.
kâfi:
yeter, el verir.
kalben:
kalp ile, kalpten.
kanaat verici:
inandırıcı.
kanun:
tabiat olaylarının bağlı
bulunduğu değişmez kaide.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
malik:
sahip.
mazlum:
zulüm görmüş, hak-
sızlığa uğramış.
memlûk:
köle, kul, esir.
minnettar:
bir iyiliğe karşı te-
şekkür duygusu içinde olan.
musibet:
felâket, belâ.
müdahale:
karışma, araya gir-
me, sokulma.
müştak:
arzulu, fazla istekli,
iştiyak gösteren.
rahîm:
merhamet eden, çok
merhametli olan, esirgeyen,
koruyan, acıyan Allah.
rikkat:
merhamet, acıma, baş-
kalarının düştüğü durumdan