Şualar - page 32

aczini ve fakrını tedavi eden zat ise, ancak sırr-ı vahdetle
bütün kâinatı kabzasında tutan zat-ı ehad olabilir.
Hem beşerde, kalbinin selâmetine ve istirahatine ait
öyle incecik ve gizli ve cüz’î matlâpları ve ruhunun beka-
sına ve saadetine medar öyle büyük ve muhit ve küllî
maksatları var ki; onları öyle bir zat verebilir ki, kalbin en
ince ve görünmez perdelerini görür, lâkayt kalmaz; hem
en gizli ve işitilmez gayet mahfî seslerini işitir, cevapsız
bırakmaz; hem, semavat ve arzı iki mutî nefer gibi emri-
ne musahhar ederek, küllî hizmetlerde çalıştıracak dere-
cede muktedir olabilsin.
Hem,
insanın bütün cihazatları ve hissiyatları, sırr-ı vah-
det ile gayet yüksek bir kıymet alırlar ve şirk ve küfür ile
gayet derecede sukut ederler
. Meselâ, insanın en kıymet-
tar cihazı akıldır. eğer sırr-ı tevhid ile olsa, o akıl, hem
İlâhî kudsî defineleri, hem kâinatın binler hazinelerini
açan pırlanta gibi bir anahtarı olur. eğer şirk ve küfre düş-
se, o akıl, o hâlde, geçmiş zamanın elim hüzünlerini ve
gelecek zamanın vahşî korkularını insanın başına toplat-
tıran meş’um ve sebeb-i taciz bir alet-i belâ olur.
• Hem meselâ,
insanın en lâtif ve şirin bir seciyesi olan
şefkat, eğer sırr-ı tevhid onun yardımına yetişmezse, öy-
le müthiş bir hırkat, bir firkat, bir rikkat, bir musibet olur
ki, insanı en bedbaht bir dereceye indirir
. tek bir güzel
yavrusunu ebedî kaybeden bir gafil valide, bu hırkati tam
hisseder.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
alet-i belâ:
belâ sebebi, belâ ale-
ti.
arz:
yer, dünya.
beka:
bâkîlik, ebedîlik, sonsuzluk.
cihaz:
aza, organ.
cihazat:
cihazlar, uzuvlar, organ-
lar.
cüz’î:
küçük, az.
define:
kıymet ve değeri yüksek
olan şey, hazine.
elîm:
çok dert ve keder veren,
çok acı verici, acıklı.
emir:
buyruk.
fakr:
ihtiyaç içinde olma, yoksulluk,
fakirlik.
hazine:
zengin ve değerli kaynak.
hırkat:
yanma.
İlâhî:
Allah’la ilgili, Cenab-ı Hakka
dair.
istirahat:
dinlenme, rahatlama.
kabza:
tutamak yeri, el.
kıymet:
değer.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
kudsî:
mukaddes, yüce.
küfür:
Allah’ın varlığına, birliğine
inanmama, Ona yakışmayacak sı-
fatlar yükleme.
küllî:
umumî, genel.
lâkayt:
kayıtsız, ilgisiz.
lâtif:
güzel, hoş.
mahfî:
gizli, saklı.
matlâp:
arzu, istek.
medar:
sebep, vesile.
meş’um:
kötü, uğursuz, bed-
baht.
muhit:
ihata eden, kuşatıcı.
muktedir:
iktidarlı, gücü ye-
ten.
musahhar etme:
boyun eğ-
dirme, birine bağlanma.
mutî:
itaat eden, boyun eğen.
müthiş:
dehşet veren, ürkü-
ten, dehşetli, korkunç.
nefer:
asker, er.
pırlanta:
foyasız, yuvarlakça,
parlak, kıymetli elmas.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın
temeli ve sebebi olan manevî
varlık.
saadet:
mutluluk.
sebeb-i taciz:
rahatsızlık ver-
menin, tedirgin etmenin ne-
deni.
seciye:
iyi huy, karakter.
selâmet:
salimlik, eminlik; sı-
kıntı, korku ve endişeden uzak
olma.
semavat:
semalar, gökler.
sırr-ı tevhid:
Allah’ın birliği-
nin sırrı.
sırr-ı vahdet:
birlik sırrı.
sükût:
değerden düşme, de-
ğerini yitirme.
şefkat:
karşılıksız sevgi besle-
me, içten ve karşılıksız mer-
hamet.
şirk:
Allah’a ortak koşma, Al-
lah’tan başka yaratıcının bu-
lunduğuna inanma.
tedavi:
hastalığı iyileştirme
için yapılan bakım.
vahşî:
ürkütücü, korkutucu.
Zat-ı Ehad:
tek ve hiçbir şeye
muhtaç olmayan zat, Allah.
i
kinci
Ş
ua
| 32 | Şualar
1...,22,23,24,25,26,27,28,29,30,31 33,34,35,36,37,38,39,40,41,42,...1581
Powered by FlippingBook