tarafı, bir mezar-ı ekber; ve müstakbel, bir karanlık; ve
yukarı, bir dehşet ve aşağı ve sağ ve sol taraflarından elim
ve hazin hâller, hadsiz muzır şeylerin tehacümatını gör-
düm.
Birden sırr-ı tevhid imdadıma yetişti; perdeyi açtı, ha-
kikat-i hâlin yüzünü gösterdi: “Bak!” dedi. en evvel beni
çok korkutan ölümün yüzüne baktım. gördüm ki, “ölüm
ehl-i iman için bir terhistir; ecel terhis tezkeresidir, bir teb-
dil-i mekândır, bir hayat-ı bâkiyenin mukaddimesi ve ka-
pısıdır, zindan-ı dünyadan çıkmak ve bağistan-ı Cinana
bir uçmaktır. Hizmetinin ücretini almak için huzur-i rah-
man’a girmeye bir nöbettir ve dâr-ı saadete gitmeye bir
davettir” diye kat’î anladığımdan, ölümü ve mevti sevme-
ye başladım.
sonra zeval ve fenâya baktım. gördüm ki, “sinema
perdeleri gibi ve güneşe mukabil akan kabarcıklar misil-
lü, lezzet verici bir teceddüd-i emsaldir, bir tazelenmektir;
ve esma-i Hüsnanın çok hasnâ ve güzel cilvelerini taze-
lendirmek için âlem-i gayptan gelip, âlem-i şahadette va-
zifedarâne bir seyerandır, bir cevelândır; ve cemal-i rubu-
biyetin hikmettarâne bir tezahüratıdır; ve mevcudatın
hüsn-i sermedîye karşı bir âyinedarlığıdır,” yakinen
bildim.
sonra altı cihete baktım. gördüm ki, sırr-ı tevhid ile o
kadar nuranîdir ki, göz kamaştırıyor. geçmiş zaman bir
mezar-ı ekber olmadığını, belki zaman-ı istikbale inkılâp
eden, binler mecalis-i münevvere ve mecma-ı ahbap,
binler menazır-ı nuraniye gördüm. Ve hakeza, bu iki
âlem-i gayp:
gayp âlemi, görün-
meyen, fakat varlığı kesin olan ve
mahiyeti Allah tarafından bilinen
başka dünyalar.
âlem-i şahadet:
gözle gördüğü-
müz, şahit olduğumuz âlem, kâ-
inat.
âyinedarlık:
aynalık yapma, gös-
terme.
bağistan-ı cinan:
Cennet bağları,
bahçeleri.
cemal-i rububiyet:
Allah’ın Rablı-
ğına has olarak bütün mahlûkatı
besleme, büyütme ve terbiye et-
medeki güzelliği.
cevelân:
dolaşma, dolanma, ge-
zinme.
cihet:
yön.
cilve:
Esma-i İlâhînin tecellisi; eş-
ya ve insanda, İlâhî kudret eserle-
rinin belirip görünmesi.
dâr-ı saadet:
saadet, mutluluk ye-
ri, Cennet.
davet:
çağırma, çağrı.
dehşet:
büyük tehlike karşısında
korkma ve şaşırıp kalma.
ecel:
her canlının Allah tarafından
takdir edilen ölüm vakti.
ehl-i iman:
inananlar, iman sa-
hipleri.
Esma-i Hüsna:
Allah’ın adları, Al-
lah’ın doksan dokuz güzel ismi.
fenâ:
yok olma, ölümlülük, geçi-
cilik.
hakeza:
böylece, bunun gibi.
hakikat-i hâl:
işin aslı.
hasnâ:
çok güzel ve itinalı?.
hayat-ı bakıye:
bâkî olan, sonsuz
hayat, ahiret hayatı.
hazin:
hüzünlü, acıklı.
hikmettarâne:
hikmetlice.
huzur-ı rahman:
Rahman’ın hu-
zuru, Allah’ın katı.
hüsn-i sermedî:
sonsuz güzellik.
imdat:
yardım.
inkılâp:
bir hâlden başka bir hale
geçme, değişme, dönüşme.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
mecalis-i münevver:
aydın, fazi-
letli meclisler.
mecma-ı ahbap:
ahbapların top-
landığı yer, dostların toplandığı
yer, dost meclisi.
menazır-ı nuraniye:
nuranî, ay-
dınlık manzaralar.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, mahlûklar.
mevt:
ölüm, vefat.
mezar-ı ekber:
çok büyük me-
zar.
misillü:
gibi, benzeri.
mukabil:
karşılık.
mukaddime:
başlangıç.
muzır:
zararlı, zarar veren.
nuranî:
nurlu, aydınlık, parlak.
seyeran:
gezme, gezinme, ge-
zinti.
sırr-ı tevhid:
Allah’ın birliği-
nin sırrı.
tebdil-i mekân:
yer değişikli-
ği.
teceddüd-i emsal:
benzerle-
rinin yenilenmesi, tazelenme-
si.
tehacümat:
hücumlar, saldı-
rışlar.
terhis:
izin verme, serbest bı-
rakma.
tezahürat:
görünüşler, belir-
meler, ortaya çıkmalar.
tezkere:
belge, görevin bitti-
ğini belgeleyen izin kâğıdı.
vazifedarâne:
vazifeli olarak.
yakinen:
yakin olarak, şüp-
heye düşmeden bilme.
zaman-ı istikbal:
gelecek za-
man.
zeval:
sona erme, yok olma,
ölme.
zindan-ı dünya:
dünya zinda-
nı, ehl-i iman için Cennete nis-
peten zindan hükmündeki
dünya hayatı.
i
kinci
Ş
ua
| 34 | Şualar