münhasırdır” diyor. Ve gayet şiddetle gayrin müdahale-
sini reddediyor.
evet, ebedî bir dâr-ı saadeti kazandıran iman nimetini
veren, elbette ve her hâlde, o dâr-ı saadeti halk eden ve
imanı ona anahtar yapan bir zat-ı zülcelâl’in nimeti ola-
bilir. Başkası bu derece büyük bir nimetin mün’imi ola-
rak ma’budiyetin en büyük penceresini kapayıp, en
ehemmiyetli vesilesini kapamaz ve çalamaz.
elhâsıl, şecere-i hilkatin en müntehasındaki en cüz’î ah-
val ve semerat, iki cihetle tevhide ve vahdete işaret ve şa-
hadet ederler:
•
Birincisi:
rububiyetin kâinattaki maksatları onlarda
tecemmu ve gayeleri onlarda temerküz ve ekser esma-i
Hüsnanın cilveleri ve zuhurları ve taayyünleri ve hilkat-i
mevcudatın neticeleri ve faydaları onlarda içtima ettiğin-
den, onların her birisi bu temerküz noktasından der: “Ben
bütün kâinatı halk eden zatın malıyım, fiiliyim, eseriyim.”
•
İkinci cihet
ise, o cüz’î meyvenin kalbi, hem hadisçe
“zahr-ı kalb” denilen insanın hafızası, ekser envaın bir çe-
şit muhtasar fihristesi ve bir küçük numune haritası ve şe-
cere-i kâinatın bir manevî çekirdeği ve ekser esma-i İlâhi-
yenin incecik bir âyinesi olduğu; hem o kalbin ve hafıza-
nın emsalleri ve sikkeleri bir tarzda bulunan bütün kalble-
rin ve hafızaların kâinat yüzünde müstevliyâne intişarları,
elbette bütün kâinatı kabza-i tasarrufunda tutan bir zata
bakar ve “Yalnız onun eseriyim ve onun sanatıyım”
derler.
ahval:
hâller, durumlar.
âyine:
ayna.
cilve:
tecelli, görüntü.
dâr-ı saadet:
saadet, mutluluk ye-
ri, Cennet.
ebedî:
sonu olmayan, daimî, sü-
rekli.
ehemmiyetli:
önemli.
ekser:
pek çok.
elhâsıl:
hâsılı, netice itibarıyla, kı-
saca.
emsal:
benzerler.
enva:
çeşitler, türler, neviler.
Esma-i Hüsna:
Allah’ın adları, Al-
lah’ın doksan dokuz güzel ismi.
esma-i İlâhiye:
Allah’ın isimleri.
faide:
fayda.
fihriste:
bir kitapta bulunan şey-
leri sırayla gösteren liste, katalog.
gayet:
son derece.
gayr:
başka.
hadis:
Hz. Muhammed’e (asm) ait
söz, emir, fiil veya Hz. Peygambe-
rin onayladığı başkasına ait söz, iş
veya davranış.
halk:
yaratma, yaratış.
hilkat-ı mevcudat:
varlıkların ya-
ratılışı.
içtima:
toplanma.
intişar:
yayılma, dağılma, neşro-
lunma.
kabza-i tasarruf:
idare eli, tasar-
rufu altında olma.
maksat:
gaye.
manevî:
maddî olmayan, içe
ait, mana ile ilgili.
muhtasar:
kısaca, özetle.
müdahale:
karışma, araya gir-
me, sokulma.
münhasır:
hasredilmiş, ayrıl-
mış, bir şeye veya kimseye
mahsus.
mün’im:
nimet veren, ikram
eden, Allah.
müstevliyâne:
istilâ ederce-
sine.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
numune:
örnek.
red:
reddetme, kabul etme-
me.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın her
zaman, her yerde, her mahlû-
ka muhtaç olduğu şeyleri ver-
mesi, onu terbiye etmesi ve
idaresi altında bulundurma
vasfı.
semerat:
semereler, meyve-
ler.
sikke:
alâmet, nişan, turra.
şahadet:
şahit olma, şahitlik,
tanıklık.
şecere-i hilkat:
yaratılış ağa-
cı.
şecere-i kâinat:
kâinat ağacı.
taayyün:
ortaya çıkma, belir-
gin olma.
tarz:
biçim, şekil.
tecemmu:
toplanma.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna
inanma, birleme.
vahdet:
birlik ve teklik.
vesile:
aracı, vasıta.
zat:
azamet ve ululuk sahibi.
Zat-ı Zülcelâl:
sonsuz büyük-
lük ve haşmet sahibi olan zat,
Allah.
zuhur:
görünme, meydana çık-
ma.
i
kinci
Ş
ua
| 42 | Şualar