yeniden ehemmiyetsiz müzahrefatla doldurmak lâzım ge-
lecek; tâ ki, şirke yol açılabilsin.
İşte, İmam-ı Ali’nin (
rA
) tabirince “
Siracünnur
” ve “
Si-
racüssürc
” olan
Resailü’n-Nur’
da tevhide dair beyan ve
izah edilen yüzler bürhanlardan bir tek bürhanın icmalini
işittin; ötekileri kıyas edebilirsin.
Tevhidin Üçüncü Muktazisi
Her şeyde, hususan zîhayat masnulardaki hilkat fevka-
lâde sanatkârâne olmakla beraber, bir çekirdek bir mey-
venin; ve bir meyve bir ağacın; ve bir ağaç bir nev’in; ve
bir nevi, bir kâinatın bir küçük numunesi, bir misal-i mu-
sağğarası, bir muhtasar fihristesi, bir mücmel haritası, bir
manevî çekirdeği ve ilmî düsturlar ile ve hikmet mizanla-
rı ile kâinattan süzülmüş, sağılmış, toplanmış birer cami
noktası ve mâyelik birer katresi olduğundan, onlardan bi-
risini icat eden zat, her hâlde bütün kâinatı icat eden ay-
nı zattır. evet, bir kavun çekirdeğini halk eden zat, bilbe-
dahe kavunu halk edendir, ondan başkası olamaz ve ol-
ması muhal ve imkânsızdır.
evet, biz bakıyoruz, görüyoruz ki, kanda her bir zerre
o kadar muntazam ve çok vazifeleri görüyor ki, yıldızlar-
dan geri kalmıyor. Ve kanda bulunan her bir küreyvat-ı
hamra ve beyza, o derece şuurkârâne, ceset için muha-
faza ve iaşe hususunda öyle işleri görüyor ki, en mükem-
mel erzak memurlarından ve muhafaza askerinden daha
mükemmeldir.
Şualar | 49 |
i
kinci
Ş
ua
misal-i musağğar:
küçültülmüş
örnek, bir şeyin bütün özellikleri-
ni taşıyan, ondan daha küçük olan
örneği.
mizan:
terazi, ölçü.
muhafaza:
koruma.
muhal:
imkânsız.
muhtasar:
kısaltılmış, özet.
muktazi:
gerektiren, icap ettiren.
muntazam:
düzenli ve düzgün bir
biçimde.
mücmel:
öz olarak anlatılmış, kı-
sa ve az sözle ifade edilmiş, öz,
özet.
müzahrefat:
süprüntüler, pislik-
ler, çöpler.
nevi:
çeşit, tür.
numune:
örnek.
sanatkârâne:
sanatkarca, bir sa-
natkâra yakışacak yolda.
şuurkârâne:
şuurluca, şuurlu bir
şekilde.
tabir:
ifade.
zîhayat:
hayat sahibi.
beyan etmek:
açıklamak, bil-
dirmek, izah etmek.
bilbedahe:
açıktan, aşikâr ola-
rak.
bürhan:
bir şeyi ispatlamak
için kullanılan kesin delil.
cami:
cem eden, toplayan, içi-
ne alan.
ceset:
vücut, beden.
düstur:
kanun, kaide.
erzak:
yiyecek, içecek; yeni-
lecek, içilecek şeyler, azıklar.
fihriste:
bir kitapta bulunan
şeyleri sırayla gösteren liste,
katalog.
halk:
yaratma, yaratış.
hikmet:
İlâhî gaye, gizli se-
bep.
hilkat:
yaratılış.
hususan:
bilhassa, özellikle.
iaşe:
geçindirme, besleme, ya-
şatma.
icat:
vucüda getirilme, yoktan
var edilme.
icmal:
öz, özet.
ilmî:
ilim ile ilgili, ilme dair.
izah:
açıkça ortaya koyma, bir
konuyu ayrıntılarıyla, eksiksiz
anlatma.
kâinat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı, bütün âlemler,
varlıklar.
katre:
damla.
küreyvat-ı beyza:
akyuvar-
lar.
küreyvat-ı hamra:
alyuvarlar.
kıyas etmek:
bir şeyi başka
bir şeye benzeterek hüküm
verme, karşılaştırma.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
masnu:
sanatla yapılmış eş-
ya, varlık.
mâye:
maya, asıl ve gerekli
madde; temel, esas, asıl, öz.