E l cevap: Çok güzellikleri intaç veya izhar eden bir
çirkinlik dahi, dolayısıyla bir güzelliktir. Ve çok güzellikle-
rin görünmemesine ve gizlenmesine sebep olan bir çir-
kinliğin yok olması, görünmemesi, yalnız bir değil, belki
müteaddit defa çirkindir.
Meselâ, vahid-i kıyasî gibi bir kubuh bulunmazsa, hüs-
nün hakikati bir tek nevi olur, pek çok mertebeleri gizli
kalır ve kubhun tedahülü ile mertebeleri inkişaf eder. na-
sıl ki soğuğun vücuduyla hararetin mertebeleri ve karan-
lığın bulunmasıyla ziyanın dereceleri tezahür eder; aynen
öyle de, cüz’î şer ve zarar ve musibet ve çirkinliğin bulun-
masıyla, küllî hayırlar ve küllî menfaatler ve küllî nimetler
ve küllî güzellikler tezahür ederler.
Demek, çirkinin icadı çirkin değil, güzeldir; çünkü, ne-
ticelerin çoğu güzeldir.
evet, yağmurdan zarar gören tembel bir adam, yağ-
mura rahmet namını verdiren hayırlı neticelerini hüküm-
den ıskat etmez, rahmeti zahmete çeviremez.
Amma, fenâ ve zeval ve mevt ise, Yirmi dördüncü
Mektupta gayet kuvvetli ve kat’î bürhanlar ile ispat edil-
miş ki, onlar umumî rahmete ve ihatalı hüsne ve şümul-
lü hayra münafi değiller, belki muktezalarıdırlar. Hatta,
şeytanın dahi manevî terakkiyat-ı beşeriyenin zembereği
olan müsabakaya ve mücahedeye sebep olduğundan, o
nev’in icadı dahi hayırdır, o cihette güzeldir. Hem, hatta
kâfir küfür ile bütün kâinatın hukukuna bir tecavüz ve şe-
refini tahkir ettiğinden, ona cehennem azabı vermek
Şualar | 55 |
i
kinci
Ş
ua
küllî:
umumî, genel.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
menfaat:
fayda.
mertebe:
derece.
meselâ:
örneğin.
mevt:
ölüm.
mukteza:
iktiza eden, gereken.
mücahede:
savaşma, mücadele.
münafi:
zıt, aykırı.
müsabaka:
yarışma.
müteaddit:
çok, bir çok.
nam:
ad, isim.
nevi:
çeşit, tür.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
rahmet:
lütuf, nimet, faydalı yağ-
mur için söylenir.
şer:
kötülük.
şeref:
onur, haysiyet.
şümul:
içine alma, kapsam.
tahkir:
hakaret etme, küçük gör-
me, şeref ve haysiyetini incitme.
tecavüz:
saldırma, sataşma, baş-
kasının hakkına dokunma.
tedahül:
içine girme.
terakkiyat-ı beşeriye:
insana ait
yükselişler, ilerlemeler.
tezahür:
görünme, belirme, orta-
ya çıkma.
vahid-i kıyasî:
ölçmeye esas olan
şey, birim, ölçü birimi.
vücut:
var olma, varlık.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, meşakkat.
zemberek:
hareketi sağlayan güç
kaynağı, hareket yaptıran alet.
zeval:
sona erme, yok olma, öl-
me.
amma:
ama, lâkin, ancak.
azap:
günahlara karşı ahiret-
te çekilecek ceza.
bürhan:
bir şeyi ispatlamak
için kullanılan kesin delil.
cihet:
yön.
cüz’î:
küçük, az.
elcevap:
cevap olarak.
fenâ:
yok olma, ölümlülük,
geçicilik.
hakikat:
gerçek, esas.
hararet:
sıcaklık.
hukuk:
haklar.
hüküm:
verilen karar.
hüsün:
güzellik.
ıskat:
düşürme, hükümsüz bı-
rakma.
icat:
vücuda getirilme, yoktan
var edilme.
ihata:
kuşatma, içine alma.
inkişaf:
ortaya çıkma, keşfo-
lunma.
intaç:
netice verme, sonuç-
landırma.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
izhar:
açığa vurma, meydana
çıkarma, aşikâr etme.
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti in-
kâr eden, dinsiz.
kâinat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı, bütün âlemler,
varlıklar.
kat’î:
kesin, şüpheye ve te-
reddüde mahal bırakmayan.
kubuh:
çirkinlik.
küfür:
Allah’ın varlığına, birli-
ğine inanmama, Ona yakış-
mayacak sıfatlar yükleme.