Şualar - page 50

Ve cisimdeki hüceyrelerinin her birisi, o derece mun-
tazam muamelâta ve varidat ve sarfiyata mazhardır ki, en
mükemmel bir cesetten ve bir saraydan daha mükemmel
idare edilir.
Ve hayvanatın ve nebatatın her bir ferdi, yüzünde öy-
le bir sikkeyi ve içinde ve sinesinde öyle bir makineyi ta-
şıyor ki, bütün hayvanları ve nebatları icat eden bir zat,
ancak o sikkeyi o yüzde ve o makineyi o sine içinde ya-
pabilir.
Ve zîhayattan her bir nevi, o derece zemin yüzünde
muntazaman yayılmış ve sair nevilere münasebettarâne
karışmış ki, bütün o envaı birden icat, idare, tedbir, terbi-
ye etmeyen ve zemin yüzünü örten ve dört yüz bin neba-
tî ve hayvanî olan atkı ipleriyle dokunan gayet nakışlı ve
sanatlı hayattar bir haliçeyi nesç ve icat edemeyen, o tek
nev’i icat ve idare edemez.
daha bunlara başka şeyler kıyas edilse, anlaşılır ki, kâ-
inat mecmuası, halk ve icat cihetinde tecezzi kabul etmez
bir külldür ve tedbir ve rububiyet cihetinde inkısamı im-
kânsız bir küllîdir.
Bu üçüncü Muktazi siracünnur’un çok risalelerinde,
hususan otuz İkinci sözün Birinci Mevkıfında o kadar
kat’î ve parlak izah ve ispat edilmiştir ki, güneşin akisleri
gibi, her şeyin âyinesinde bir bürhan-ı vahdet temessül ve
bir hüccet-i tevhid in’ikâs ediyor. Biz, o izaha iktifaen bu-
rada o uzun kıssayı kısa kestik.
* * *
akis:
yansıma.
âyine:
ayna.
bürhan-ı vahdet:
Allah’ın birliğini
gösteren delil.
cihet:
yön.
enva:
çeşitler, türler, neviler.
gayet:
son derece.
haliçe:
ince dokunmuş küçük ha-
lı.
halk:
yaratma, yaratış.
hayattar:
canlı, yaşayan.
hayvanat:
hayvanlar.
hayvanî:
hayvanla ilgili, hayvana
ait.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hüccet-i tevhid:
tevhid delili, Al-
lah’ın birliğinin delili.
hüceyre:
hücrecik, küçük hücre.
icat:
vucüda getirilme, yoktan var
edilme.
iktifaen:
yeterli görerek.
in’ikâs:
aksetme, yansıma.
inkısam:
bölünme, parçalanma.
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
izah:
açıkça ortaya koyma, bir ko-
nuyu ayrıntılarıyla, eksiksiz anlat-
ma.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin
tamamı, bütün âlemler, varlıklar.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
küll:
bütün.
küllî:
bütün olan, tümel.
kıssa:
anlatılan olay, hikâye.
kıyas etmek:
bir şeyi başka
bir şeye benzeterek hüküm
verme, karşılaştırma.
mecmua:
tertip ve tanzim edil-
miş şeylerin hepsi, koleksiyon.
mevkıf:
durak.
muamelât:
muameleler, iş-
lemler.
muktazi:
gerektiren, icap et-
tiren.
muntazaman:
düzgün, düzenli
ve devamlı olarak.
münasebettarâne:
irtibatlı bir
şekilde, alâkalı, bağlı olarak.
nebat:
topraktan biten, yeti-
şen her türlü şey, bitki.
nebatat:
bitkiler.
nebatî:
bitkisel.
nesç:
örme, dokuma.
nevi:
çeşit, tür.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın her
zaman, her yerde, her mahlû-
ka muhtaç olduğu şeyleri ver-
mesi, onu terbiye etmesi ve
idaresi altında bulundurma
vasfı.
sair:
seyreden, harekette olan,
yürüyen, hareketli.
sarfiyat:
harcamalar, giderler.
sikke:
alâmet, nişan, turra.
sine:
göğüs.
tecezzi:
parçalara ayrılma, bö-
lünme, ufalanma, cüzlere ay-
rılma.
tedbir:
idare etme, çekip çe-
virme.
temessül:
bir şekil ve surete
girme, cisimlenme.
terbiye:
besleme, yetiştirme,
büyütme; besleyip büyütme.
varidat:
gelirler.
zemin:
yer.
zîhayat:
hayat sahibi.
i
kinci
Ş
ua
| 50 | Şualar
1...,40,41,42,43,44,45,46,47,48,49 51,52,53,54,55,56,57,58,59,60,...1581
Powered by FlippingBook