Şualar - page 57

kanunların tazyikinden feryat eden fertleri, bir rabb-i ra-
hîm dinlediğini ve imdatlarına ihsanıyla yetiştiğini göster-
mekle, esma-i Hüsnanın kayıtsız ve hadsiz cilvelerine,
hadsiz ve kayıtsız bir meydan açmak için, o küllî âdetul-
lah düsturlarının ve o umumî kanunların şüzuzatıyla ve
hem şerli cüz’î neticeleriyle hususî ihsanat ve hususî te-
veddüdat, yani sevdirmekle hususî tecelliyat kapılarını aç-
mıştır.
Bu İkinci Alâmet-i tevhid,
Siracünnur’
un belki yüz yer-
lerinde beyan edildiğinden, burada hafif bir işaretle iktifa
ettik.
ÜÇÜNCÜ ALÂMET ve HÜCCET:
(1)
o
ór
ªn
?r
G o
¬n
dn
h o
?r
?o
Ÿr
G o
¬n
d
ile işaret edilen had ve hesaba gel-
meyen tevhid sikkeleridir.
evet, her şeyin yüzünde, cüz’î olsun küllî olsun, zerrat-
tan tâ seyyarata kadar öyle bir sikke var ki, âyinede gü-
neşin cilvesi güneşi gösterdiği gibi, öyle de, o sikke âyi-
nesi dahi, Şems-i ezel ve ebed’e işaret ederek, vahdeti-
ne şahadet eder. o hadsiz sikkelerden pek çokları sira-
cünnur’da tafsilen beyan edildiğinden burada yalnız kısa
bir işaretle üç tanesine bakacağız. Şöyle ki:
Mecmu-i kâinatın yüzüne, envaın birbirine karşı
gösterdikleri teavün, tesanüt, teşabüh, tedahülden mürek-
kep geniş bir sikke-i vahdet konulduğu gibi, zeminin
yüzüne de, dört yüz bin hayvanî ve nebatî taifelerden
mürekkep bir ordu-yu sübhanînin ayrı ayrı erzak, esliha,
elbise, talimat, terhisat cihetinde, gayet intizam ile,
Şualar | 57 |
i
kinci
Ş
ua
imdat:
yardım isteme.
intizam:
düzgünlük, tertiplilik.
kayıtsız:
sınır ve huduta bağlı ol-
mayan; sınırsız.
mecmu-i kâinat:
kâinatın bütü-
nü.
meşiet:
dileme, irade, istek.
mürekkep:
den oluşmuş, -den ol-
ma.
nebat:
bitki.
ordu-yu Sübhanî:
Cenab-ı Hakkın
ordusu.
rabb-i rahîm:
şefkat ve merha-
met sahibi olan Cenab-ı Hak.
seyyarat:
gezegenler.
sikke:
alâmet, nişan, turra.
sikke-i vahdet:
vahdet mührü,
Allah’ın birliğini gösteren kendi
zatına has alâmet ve işaret.
Siracünnur:
Risale-i Nur'un "nur
lâmbası" anlamına gelen bir di-
ğer ismi.
şahadet:
şahit olma, şahitlik, ta-
nıklık.
Şems-i Ezel ve Ebed:
bütün za-
manları ve mekânları isimleri ile
aydınlatan, zaman ve mekânla da
kayıtlı olmayan Cenab-ı Hak.
şerli:
fena olan, kötü.
şüzuzat:
kural dışı olanlar, kurala
uymayanlar.
tâbi:
boyun eğen, uyan, itaat eden.
tafsilen:
tafsilli bir şekilde, uzun
uzadıya, ayrıntılı olarak.
taife:
nevi, tür, çeşit, ırk.
talimat:
alıştırma, öğretme.
tazyik:
zorlama, baskı.
teavün:
yardımlaşma, birbirine
yardım etme.
tecelliyat:
tecelliler, görüntüler.
tedahül:
iç içe olma, birbiri içine
girme.
terhisat:
bir işten paydos etme-
ler, göndermeler, izin vermeler.
tesanüt:
dayanışma, birbirine da-
yanma, birbirinden destek alma,
omuzdaşlık.
teşabüh:
birbirine benzeme, ben-
zeşme.
teveddüdat:
teveddütler, sevgi
göstermeler, kendini sevdirmeler.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna inan-
ma, birleme.
umum:
bütün.
vahdet:
birlik ve teklik.
zemin:
yer.
zerrat:
zerreler, çok ufak parça-
lar, moleküller, atomlar.
alâmet:
belirti, işaret, iz.
alâmet-i tevhid:
tevhit belir-
tileri, birlik nişanı; Allah’ın bir-
liğini gösteren işaretler.
âyine:
ayna.
beyan etmek:
açıklamak, bil-
dirmek, izah etmek.
cilve:
tecelli, görüntü.
cüz’î:
küçük, az.
düstur:
kanun, kaide.
enva:
çeşitler, türler, neviler.
erzak:
Cenab-ı Hakkın her tür-
lü varlığın ihtiyacını karşıla-
mak için verdiği rızıklar, yiye-
cekler.
esliha:
silâhlar.
Esma-i Hüsna:
Allah’ın adları,
Allah’ın doksan dokuz güzel
ismi.
feryat:
bağırma, inleme, ağla-
ma.
gayet:
oldukça, pek fazla, son
derece.
had ve hesaba gelmeme:
sa-
yısız ve sınırsız olma.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hususî:
özel.
hüccet:
delil.
ihsan:
bağışlama, ikram et-
me, lütuf.
ihsanat:
ihsanlar, bağışlar, ni-
metler.
ihtiyar:
irade, tercih.
1.
Mülk Onundur ve ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet Ona mahsus-
tur.
1...,47,48,49,50,51,52,53,54,55,56 58,59,60,61,62,63,64,65,66,67,...1581
Powered by FlippingBook