Amma bir Dördüncü Mesele
olan mevt-i dün-
ya ve kıyamet kopması ise, bir anda bir seyyare veya bir
kuyruklu yıldızın emr-i rabbanî ile küremize, misafirha-
nemize çarpması, bu hanemizi harap edebilir –on sene-
de yapılan bir saray, bir dakikada harap olması gibi.
Bu haşrin dört meselesinin icmali şimdilik yeter; yine
sadedimize dönüyoruz.
Hem hiç mümkün müdür ki, kâinatın bütün hakikî ve
âlî hakikatlerinin beliğ tercümanı ve Hâlık-ı kâinat’ın bü-
tün kemalâtının mu’ciz lisanı ve bütün maksatlarının ha-
rika mecmuası olan kur’ân-ı Mu’cizülbeyan, o Hâlık’ın
kelâmı olmasın? Hâşâ, âyâtının esrarı adedince hâşâ!
Hem hiç mümkün müdür ki, bir sâni-i Hakîm, bütün
zîhayat, zîşuur masnularını birbiriyle konuştursun ve dil-
lerinin binler çeşitleriyle birbiriyle söyleştirsin ve onların
sözlerini ve seslerini bilsin ve işitsin ve ef’aliyle ve in’amıy-
la zahir bir surette cevap versin, fakat kendisi konuşma-
sın ve konuşamasın? Hiç kabil midir ve hiç ihtimali var
mı? Madem bilbedahe konuşur ve madem konuşmasına
karşı tam anlayışlı muhatap en başta insandır; elbette baş-
ta kur’ân olarak meşhur kütüb-i mukaddese, onun ko-
nuşmalarıdır.
Hem hiç mümkün müdür ki, bir sâni-i Hakîm, kendi-
ni tanıttırmak ve sevdirmek ve methüsenasını ettirmek
ve enva-ı ihsanatıyla zîhayatları mesrur ve memnun et-
mekle minnettarlıklarını ve şükürlerini rububiyetine mü-
him bir medar yapmak için koca kâinatı envaıyla, erkâ-
nıyla zîhayata musahhar bir hizmetkâr, bir mesken, bir
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
amma:
ama, lâkin, ancak.
âyât:
Kur’ân ayetleri.
beliğ:
belâgatle anlatılan, düzgün
ve sanatlı.
bilbedahe:
açıktan, aşikâr olarak.
ef’al:
fiiller, işler.
emr-i rabbanî:
Allah’ın emri.
enva:
çeşitler, türler, neviler.
enva-ı ihsanat:
iyiliklerin çeşitle-
ri, bağışların türleri.
erkân:
rükünler, esaslar.
esrar:
sırlar, gizli hakikatler.
hakikat:
gerçek.
hakikî:
gerçek.
Hâlık-ı Kâinat:
kâinatın ve onun
içinde olan her şeyin yaratıcısı,
Allah.
hane:
ev, mesken, dünya.
harap etme:
yıkma.
hârika:
olağanüstü.
hâşâ:
asla, kat’iyen, hiç bir vakit.
hizmetkâr:
hizmet yapan kimse,
hizmetçi.
icmal:
öz, özet.
in’am:
nimetlendirme, ihsan et-
me.
kabil:
mümkün, ihtimal dairesin-
de.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin
tamamı, bütün âlemler, varlıklar.
kelâm:
söz, konuşma, nutuk.
kemalât:
faziletler, kemaller, ol-
gunluklar, mükemmellikler.
kütüb-i mukaddese:
mukaddes
kitaplar (Tevrat, Zebur, İncil ve
Kur’ân-ı Kerîm).
lisan:
dil.
maksat:
gaye.
masnu:
sanatla yapılmış eşya, var-
lık.
mecmua:
tertip ve tanzim edil-
miş şeylerin hepsi, koleksiyon.
medar:
dayanak noktası, sebep,
vesile.
memnun:
hoşnut, razı.
mesken:
oturulan, ikamet olu-
nan yer.
mesrur:
sevinçli, memnun, şen,
sürurlu.
meşhur:
şöhretli, herkesin bil-
diği, yaygınlık kazanmış.
methüsena:
methedip övme.
mevt-i dünya:
dünyanın ölü-
mü.
minnettar:
bir iyiliğe karşı te-
şekkür duygusu içinde olan.
mu’ciz:
insanı âciz bırakan iş,
aynısını yapmakta başkaları-
nı acze düşüren, kimsenin ya-
pamayacağı yolda olan.
muhatap:
kendisine hitap olu-
nan, söz söylenilen kimse.
musahhar:
boyun eğen, emir
altına giren.
mühim:
önemli, ehemmiyet-
li.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın her
zaman, her yerde, her mahlû-
ka muhtaç olduğu şeyleri ver-
mesi, onu terbiye etmesi ve
idaresi altında bulundurma
vasfı.
sadet:
konuşulan madde, asıl
konu.
Sâni-i Hakîm:
hikmet sahibi
olan, her şeyi sanatla ve hik-
metle yaratan Allah.
Sâni-i Hakîm:
hikmet sahibi
olan, her şeyi sanatla ve hik-
metle yaratan Allah.
seyyare:
gezegen.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahi-
bini tanıma ve ona karşı min-
net duyma.
tercüman:
tercüme eden, çe-
viren.
zahir:
açık, aşikâr.
zîhayat:
hayat sahibi, canlı.
zîşuur:
şuurlu, şuur sahibi.
i
kinci
Ş
ua
| 66 | Şualar