meşher, bir ziyafetgâh yaptıktan sonra zîhayatların çeşit
çeşit, binlerce envalarının nüshalarını o derece teksirini
istiyor ki, kavak ve karaağaç gibi meyvesizlerin bir kısım
yapraklarından her bir yaprağı bir tabur sineklere, yani
havada zikreden zîhayatlara hem beşik, hem rahm-ı ma-
der, hem erzaklarının mahzeni yaptığı hâlde; bu ziynetli
semavatı ve bu nuranî yıldızları sahipsiz, hayatsız, ruhsuz,
sekenesiz, boş, hâlî, faydasız, yani melâikesiz, ruhanîsiz
bıraksın? Hâşâ, melekler ve ruhanîler adedince hâşâ ve
kellâ!
Hem hiç mümkün müdür ki, bir sâni-i Hakîm-i Müdeb-
bir, en ehemmiyetsiz bir nebatın, en küçük bir ağacın
mebdelerini ve müntehalarını, kemal-i intizam içinde, mu-
kadderat-ı hayatiyesini çekirdeğinde ve meyvesinde ka-
lem-i kader ile yazmakla beraber, koca baharı bir tek ağaç
gibi, mukaddematını ve neticelerini kemal-i imtiyaz ve in-
tizam ile yazsa ve en ehemmiyetsiz şeylere de lâkayt kal-
mazsa, fakat kâinatın neticesi ve arzın halifesi ve enva-ı
mahlûkatın nazırı ve zabiti olan insanın çok ehemmiyetli
bulunan ef’alini ve harekâtını yazmasın, daire-i kaderine
almasın, onlara lâkayt kalsın? Hâşâ, insanların mizana gi-
recek olan amelleri adedince hâşâ ve kellâ!
elhâsıl, kâinat bütün hakaikıyla bağırarak diyor:
/
?p
ôr
«n
N p
Qn
ón
?r
dÉp
Hn
h p
ôp
N'
’r
G p
?r
ƒn
«r
dÉp
Hn
h /
¬p
?°o
So
Qn
h /
¬p
Ño
à`o
cn
h p
¬p
à`n
µp
= Ä'
? n
e n
h $Ép
H o
âr
æn
e'
G
*G s
’p
G n
¬'
dp
G n
B’ r
¿n
G o
ón
¡r
°Tn
G w
?n
M p
är
ƒn
Ÿr
G n
ór
©n
H o
år
©n
Ñr
dGn
h '
‹Én
©n
J $G n
øp
e /
?u
ô°n
Tn
h
Şualar | 67 |
i
kinci
Ş
ua
rin ölçüleceği terazi, manevî ölçü
aleti.
mukaddemat:
başlangıçlar.
mukadderat-ı hayatiye:
kader
kalemiyle yazılmış hayatın prog-
ramı; kader, alın yazısı.
münteha:
akıbet, netice.
nazır:
nezaret eden, bakan, göze-
ten.
nebat:
topraktan biten, yetişen
her türlü şey, bitki.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak, mü-
nevver.
nüsha:
birbirinin aynı olan suret-
lerin her biri.
rahm-ı mader:
anne rahmi.
ruhanî:
gözle görülmeyen, cismi
olmayan, elle tutulamayan var-
lıklar.
Sâni-i Hakîm-i Müdebbir:
hikmet-
le tedbir ve irade eden Sâni, Al-
lah.
sekene:
sakin olanlar, ikamet
edenler, oturanlar.
semavat:
semalar, gökler.
tabur:
düzgün sıralar halinde ard
arda dizilmiş topluluk.
teksir:
çoğaltma, artırma.
zabit:
idare etme gücü olan.
zikretmek:
anma.
ziyaretgâh:
ziyaret yeri.
ziynet:
süs, bezek.
amel:
fiil, iş.
arz:
yer, dünya.
daire-i kader:
kader dairesi.
ef’al:
fiiller, işler.
ehemmiyetli:
önemli.
ehemmiyetsiz:
önemsiz.
elhâsıl:
hâsılı, netice itibarıy-
la, kısaca.
enva-ı mahlûkat:
yaratılmış
olanların türleri, çeşitleri.
erzak:
yiyecek, içecek; yeni-
lecek, içilecek şeyler, azıklar.
hakaik:
hakikatler, doğrular,
gerçekler.
hâlî:
tenha, boş, ıssız.
halife:
yeryüzünde bazı hu-
suslarda Allah adına ve yine
Allah’ın izniyle hareket eden.
harekât:
hareketler, davranış-
lar.
hâşâ:
asla, kat’iyen, hiç bir va-
kit.
kâinat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı, bütün âlemler,
varlıklar.
kalem-i kader:
kader kalemi,
Allah’ın olacak hâdiseleri ol-
madan önce bilip yazması,
takdir etmesi.
kellâ:
hiç bir zaman, asla,
kat’iyen, kesinlikle.
kemal-i imtiyaz:
tam imtiyaz,
özellik, hususilik.
kemal-i intizam:
intizamın
mükemmel oluşu, tam ve ek-
siksiz düzen.
lâkayt:
kayıtsız, ilgisiz.
mahzen:
içinde eşya sakla-
nan yer.
mebde:
kaynak, başlangıç.
melâike:
melekler.
meşher:
teşhir yeri, sergi, gös-
terme yeri.
mizan:
ahirette günah ve se-
vapların, iyilik ver kötülükle-