görür ki: Bin bir bürhanı ve tarifini tazammun eden ve
her birisi bir silsile-i efkârın neticesi ve tevhidin bir
penceresi olan o bin bir kudsî hakikatleri, bir ümmî zatta
(aleyhissalâtü vesselâm) ve ümmî bir kavimde ve ümmî
bir muhitte ve ehl-i fetret, kitapsız bir millette mucidâne,
muhteriâne, kimseyi taklit etmeyerek, muamma-i hilkati
ve tılsım-ı kâinatı keşif suretiyle, tek başıyla o münacatta
beyan ediyor. Bu zaman gibi, binler keşşafın muaveneti
ve münacatları gibi taklitkârâne değil, belki kubbe-i sema
altında ehl-i semavata işittiren ve kâinat mescidinde o
mescid-i ekberin cemaat-i kübrasına dinlettiren, hadsiz
rikkatten ve nihayetsiz şefkatten, insanlara imdat ve
medet ve merhamet ve necat istiyor ve diyor:
o
¬o
JÉn
`j'
G ¢p
Vr
Qn
’r
G ?p
a n
ƒo
g r
øn
e Én
j ¯ o
¬o
àn
ªn
¶n
Y p
ABÉ n
ªs
°ùdG ?p
a n
ƒo
g r
øn
e Én
j
o
¬o
Ñp
FBÉn
én
Y p
QÉn
ëp
Ñr
dG ?p
a n
ƒo
g r
øn
e Én
j ¯ o
¬o
?p
F n
B’n
O m
Ar
Àn
T p
q
?o
c
?/
a n
ƒo
g r
øn
e Én
j
o
¬o
æp
FBG n
õn
N p
?Én
Ñp
ér
dG ?p
a n
ƒo
g r
øn
e Én
j ¯ o
?o
ó«/
©o
j s
ºo
K n
?r
?`n
îr
dG o
D
hn
ór
Ñ`n
j r
øn
e Én
j
o
¬t
?o
c o
ôr
en
’r
G o
™n
Lr
ôo
j p
¬r
«n
dp
G r
øn
e Én
j ¯ o
¬n
?n
?n
N m
Ar
Àn
T p
q
?o
c
n
øn
°ùr
Mn
G r
øn
e Én
j
o
¬n
Jn
Qr
óo
b n
?p
F n
BÓn
îr
dG o
±u
ôn
©o
j r
øn
e Én
j ¯ o
¬o
Ør
£o
d m
Ar
Àn
T p
q
?o
c ?/
a n
ôn
¡n
X r
øn
e Én
j
|
57
}
p
QÉ s
ædG n
øp
e Én
æu
én
f o
¿Én
en
’r
G o
¿Én
en
’r
G n
âr
fn
G s
’p
G n
¬'
dp
G n
B’ Én
j n
?n
fÉn
ër
Ñ°o
S
İşte müfessir-i azam bu münacatıyla, o ayet-i azîmenin
bir vechini tefsir ediyor. Bir kısa meali ve tercümesi bu-
dur; diyor ki:
Şualar
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
| 73 |
MÜNACAT
suret:
tarz, şekil.
silsile-i efkâr:
fikirler, düşünceler
dizisi.
şefkat:
karşılıksız sevgi ve mer-
hamet.
taklitkârâne:
taklit edercesine.
tazammun etmek:
içinde sakla-
mak, bulundurmak.
tefsir:
açıklama, yorumlama.
tercüme:
çevirme, çeviri.
tevhid:
Allah’ı birleme.
tılsım-ı kâinat:
kâinatın sırları.
ümmî:
okuma yazma bilmeyen.
vecih:
yön, yüz.
zat:
şahıs.
aleyhissalâtü vesselâm:
salât
ve selâm onun üzerine olsun.
ayet-i azîme:
Kur’ân’ın büyük
çok ayeti.
beyan etmek:
açıklamak.
bürhan:
delil.
cemaat-i kübra:
pek büyük
topluluk.
ehl-i fetret:
iki peygamberin
gelmesi arasında geçen insan-
lığın cahil ve bozuk olduğu
dönemin insanı.
ehl-i semavat:
gökte, uzayda
bulunanlar.
hadsiz:
sınırsız.
hakikat:
gerçek, doğru.
imdat:
yardım.
kavim:
ırk, millet.
keşif:
bulma, ortaya çıkarma.
keşşaf:
keşfedici, ortaya çıka-
rıcı.
kubbe-i sema:
gök kubbe.
kudsî:
yüce, kutsal.
meal:
kısa anlam.
medet:
yardım etme.
merhamet:
acımak.
mescid-i ekber:
en büyük iba-
dethane, mescit.
mescit:
secde edilen, namaz
kılınan, ibadet edilen yer.
muhteriâne:
yeni bir şeyler
icat ederek, yenilikler ortaya
koyarak.
muamma-i hilkat:
yaratılışın
sırrı.
muavenet:
yardımlaşma.
mucidâne:
icat ediyor gibi.
muhit:
kaplayan, kapsayıcı.
müfessir-i azam:
çok büyük
yorumcu, açıklayıcı.
münacat:
yakarış, dua.
necat:
kurtuluş.
nihayetsiz:
sonsuz.
rikkat:
yumuşak kalblilik, acı-
mak.