Hem, zîhayatların yaşamasına en lüzumlu rızkı ve isti-
fadece en kolayı ve nefesleri vermek, nüfusları rahatlan-
dırmak gibi çok vazifeler ile tavzif edilen rüzgârlar dahi,
cevvi âdeta bir hikmete binaen “levh-i Mahv ve İspat” ve
“yazar, ifade eder, sonra bozar tahtası” suretine çevir-
mekle, senin faaliyet-i kudretine işaret ve senin vücudu-
na şahadet ettiği gibi, senin merhametinle bulutlardan
sağıp zîhayatlara gönderilen rahmet dahi, mevzun, mun-
tazam katreleri kelimeleriyle, senin vüs’at-i rahmetine ve
geniş şefkatine şahadet eder.
Ey Mutasarrıf-ı Fa’al ve Ey Feyyaz-ı Müteal!
senin vücub-i vücuduna şahadet eden bulut, berk, ra’d,
rüzgâr, yağmur, birer birer şahadet ettikleri gibi, heyet-i
mecmuasıyla, keyfiyetçe birbirinden uzak, mahiyetçe bir-
birine muhalif olmakla beraber, birlik, beraberlik, birbiri
içine girmek ve birbirinin vazifesine yardım etmek haysi-
yetiyle, senin vahdetine ve birliğine gayet kuvvetli işaret
ederler.
Hem koca fezayı mahşer-i acaip yapan ve bazı günler-
de birkaç defa doldurup boşaltan rububiyetinin haşmeti-
ne ve o geniş cevvi, yazar değiştirir bir levha gibi ve sıkar
ve onunla zemin bahçesini sulattırır bir sünger gibi tasar-
ruf eden kudretinin azametine ve her bir şeye şümulüne
şahadet ettikleri gibi, umum zemine ve bütün mahlûkata
cev perdesi altında bakan ve idare eden rahmetinin ve
hâkimiyetinin hadsiz genişliklerine ve her şeye yetişme-
lerine delâlet eder.
Şualar
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
| 81 |
MÜNACAT
mahlûkat:
yaratıklar, yaratılmış-
lar.
mahşer-i acaip:
hayret verici şey-
lerin toplandığı yer.
merhamet:
acıma, şefkat göster-
me, koruma, iyilik etme.
mevzun:
ölçülü, düzgün.
muhalif:
uymayan, zıt olan.
muntazam:
düzenli, düzenlenmiş.
Mutasarrıf-ı Fa’al:
her an zatına
has ve lâyık iş yapan, devamlı iş-
leyen, her an çekip çeviren, idare
eden, yöneten Cenab-ı Hak.
nüfus:
nefisler; canlar.
ra’d:
gök gürültüsü.
rahmet:
şefkat ve merhamet et-
me, acıma, esirgeme.
rızık:
Allah’ın herkese lütuf ve ih-
san ettiği nimet.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın her za-
man, her yerde ve her varlığa
muhtaç olduğu şeyleri vermesi,
onları yetiştirmesi, uyum içinde
sevk ve idare etmesi.
suret:
şekil, biçim.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
şefkat:
karşılıksız sevme, acıma,
merhamet etme.
şümul:
kaplama, kuşatma.
tasarruf etmek:
bir şeyin sahibi
olup, mülkünü istediği gibi kul-
lanmak.
tavzif edilmek:
görevlendirilmek,
vazifelendirilmek.
umum:
bütün.
vahdet:
birlik.
vazife:
görev.
vücub-i vücut:
varlığı zorunlu, ge-
rekli ve şart olmak, olmaması im-
kânsız olmak.
vücut:
varlık, var olma.
vüs’at-i rahmet:
acımanın, şefkat
ve merhametin genişliği.
zemin:
yer, yeryüzü.
zemin:
yer, yeryüzü.
zîhayat:
hayat sahibi, canlı.
azamet:
büyüklük.
berk:
şimşek.
cev:
hava, yer ile gök arası.
delâlet:
delil olma, gösterme.
faaliyet-i kudret:
Allah’ın son-
suz kudretinin faaliyeti, iş gör-
mesi.
Feyyaz-ı Müteal:
çok feyz ve
bereket veren, büyük ve yü-
ce olan Allah.
feza:
gökyüzü boşluğu.
gayet:
son derece, çok.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hâkimiyet:
hükmediş, kont-
rol ve emir altında bulundur-
ma, itaat ettirme.
haşmet:
heybet, büyüklük.
haysiyet:
itibar, özellik.
hey’et-i mecmua:
bir şeyin
tamamı, parçalarına bakılmak-
sızın bir bütün olarak görünü-
şü.
hikmet:
herkesin bilmediği
gizli sebep; gizli, bilinmeyen
nokta, İlâhî gaye.
idare etmek:
yönetmek.
ifade etmek:
anlatmak.
istifade:
yararlanma, fayda-
lanma.
işaret etmek:
göstermek, bil-
dirmek.
işaret:
gösterme, bildirme.
katre:
damla, yağmur tanele-
ri.
keyfiyet:
nitelik, özellik; du-
rum.
kudret:
güç, kuvvet.
levha:
resim, tablo.
levh-i Mahv ve İspat:
Cenab-
ı Allah’ın yazar, ifade eder,
sonra bozar tahtası hükmün-
de olan işleri.
lüzumlu:
gerekli.
mahiyet:
bir şeyin aslı, iç yü-
zü, esası; nitelik, özellik.