Şualar - page 82

Hem fezadaki hava, o kadar hakîmâne vazifelerde is-
tihdam ve bulut ve yağmur, o kadar alîmâne ifadelerde
istimal olunur ki, her şeye ihata eden bir ilim ve her şeye
şamil bir hikmet olmazsa, o istimal, o istihdam olamaz.
Ey Fa’alün Lima Yürîd!
Cevv-i fezadaki faaliyetinle her vakit bir numune-i ha-
şir ve kıyamet göstermek, bir saatte yazı kışa ve kışı yaza
döndürmek, bir âlem getirmek, bir âlem gayba gönder-
mek misillü şuunatta bulunan kudretin, dünyayı ahirete
çevirecek ve ahirette şuunat-ı sermediyeyi gösterecek işa-
retini veriyor.
Ey Kadîr-i Zülcelâl!
Cevv-i fezadaki hava, bulut ve yağmur, berk ve ra’d,
senin mülkünde, senin emrin ve havlinle, senin kuvvet
ve kudretinle musahhar ve vazifedardırlar. Mahiyetçe
birbirinden uzak olan bu feza mahlûkatı, gayet sür’atli ve
ani emirlere ve çabuk ve acele kumandalara itaat ettiren
âmir ve hâkimlerini takdis ederek, rahmetini methüsena
ederler.
Ey Arz ve Semavatın Hâlık-ı Zülcelâl’i!
senin kur’ân-ı Hakîm’inin talimiyle ve resul-i ekrem
Aleyhissalâtü Vesselâmın dersiyle iman ettim ve bildim
ki:
ahiret:
kıyametten sonra kurula-
cak olan âlem, dünya hayatından
sonra başlayıp sonsuza kadar sü-
recek olan ikinci hayat.
âlem:
dünya.
aleyhissalâtü vesselâm:
salât ve
selâm onun üzerine olsun.
alîmâne:
her şeyi bilircesine.
âmir:
emreden, emir veren.
anî:
birden bire.
arz:
yer, yeryüzü.
berk:
şimşek.
cevv-i feza:
gökyüzündeki boş-
luk.
Fa’alün lima Yürîd:
dilediği işi
kesintisiz ve mükemmel bir şekil-
de yapan, işleyen.
faaliyet:
iş görme, iş yapma.
faide:
fayda.
feza:
gökyüzü boşluğu.
gayp:
gizli olan, görünmeyen.
hâkim:
hükmeden, kontrol ve emir
altında bulunduran, itaat ettiren
hakîmâne:
hikmetli bir şekilde;
belirli gayelere yönelik, faydalı,
anlamlı ve yerli yerinde olarak.
Hâlık-ı Zülcelâl:
sonsuz büyük-
lük, haşmet ve heybet sahibi olan
bütün varlıkları yaratan Allah.
havl:
güç, kuvvet.
hikmet:
belirli gayelere yönelik,
anlamlı, faydalı ve yerli yerinde
oluş.
ihata etmek:
kuşatmak, sarmak.
ilim:
biliş, bilgi.
iman etmek:
inanmak, kabul et-
mek.
istihdam:
hizmet ettirme, çalıştır-
ma, kullanma.
istimal:
kullanılma, kullanma.
itaat ettirmek:
boyun eğdirmek,
emre uydurmak.
Kadîr-i Zülcelâl:
sonsuz büyük-
lük ve haşmet sahibi, her şeye
gücü yeten Allah.
kudret:
güç, kuvvet.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
mahiyet:
bir şeyin aslı, iç yü-
zü, esası; nitelik, özellik.
mahlûkat:
yaratıklar, yaratıl-
mışlar.
methüsena etmek:
methet-
mek, övmek, yüceltmek.
misillü:
gibi, benzeri.
musahhar:
boyun eğen, em-
re itaat eden.
mülk:
sahip olunan üzerinde
tasarruf hakkı bulunulan şey.
numune-i haşir ve kıyamet:
kâinatın yıkılıp mahvolması,
ölmesi ve sonra bütün insan-
ların diriltilip bir yerde toplan-
malarının örneği.
âlem:
dünya.
ra’d:
gök gürültüsü.
rahmet:
şefkat ve merhamet
etme, acıyıp esirgeme.
resul-i Ekrem:
çok cömert,
kerîm olan peygamber, Hz.
Muhammed (asm).
semavat:
gökler.
sür’at:
hız.
şamil:
kaplayan, kuşatan.
şuunat:
işler, filler.
şuunat-ı sermediye:
Cenab-ı
Hakkın, ebedî ve sonsuz olan
ahirette görülecek olan işleri,
fiilleri.
takdis etmek:
Allah’ı her tür-
lü kusur ve noksandan uzak
tutmak, temiz ve yüce kabul
etmek.
talim:
öğretme, eğitme.
vakit:
zaman.
vazife:
görev.
vazifedar:
vazifeli, görevli, iş
gören.
MÜNACAT
| 82 |
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
Şualar
1...,72,73,74,75,76,77,78,79,80,81 83,84,85,86,87,88,89,90,91,92,...1581
Powered by FlippingBook