Şualar - page 92

muvafakat ve o yüz bin envaın hadsiz efratlarını birbiri
içinde şaşırmayarak birden idareleri gibi noktalar o Vaci-
bü’l-Vücud sâniin bilbedahe vahdetine ve ehadiyetine da-
hi şahadet ederler.
Hem nasıl ki onlar senin vücub-i vücuduna ve vahde-
tine şahadet ediyorlar; öyle de, rûy-i zeminde dört yüz bin
milletlerden teşekkül eden zîhayat ordusundaki hadsiz ef-
radın yüz binler tarzda iaşe ve idareleri, şaşırmayarak, ka-
rıştırmayarak, mükemmel yapılmasıyla senin rububiyeti-
nin vahdaniyetteki haşmetine ve bir baharı bir çiçek ka-
dar kolay icat eden kudretinin azametine ve her şeye ta-
allûkuna delâlet ettikleri gibi; koca zeminin her tarafında,
hadsiz hayvanatına ve insanlara, hadsiz taamların çeşit
çeşit aksamını ihzar eden rahmetinin hadsiz genişliğine;
ve o hadsiz işler ve in’amlar ve idareler ve iaşeler ve icra-
atlar kemal-i intizamla cereyanları ve her şey, hatta zer-
reler o emirlere ve icraata itaat ve musahhariyetleriyle,
hâkimiyetinin hadsiz vüs’atine kat’î delâlet etmekle bera-
ber, o ağaçların ve nebatların ve her bir yaprak ve çiçek
ve meyve ve kök ve dal ve budak gibi her birisinin her bir
şeyini, her bir işini bilerek, görerek, faydalara, maslahat-
lara, hikmetlere göre yapılmakla, senin ilminin her şeye
ihatasına ve hikmetinin her şeye şümulüne pek zahir bir
surette delâlet ve hadsiz parmaklarıyla işaret ederler. Ve
senin gayet kemaldeki cemal-i sanatına ve nihayet ce-
maldeki kemal-i nimetine hadsiz dilleriyle sena ve methe-
derler.
aksam:
kısımlar, bölümler.
azamet:
büyüklük.
bilbedahe:
apaçık bir şekilde.
cemal:
güzellik
cemal-i sanat:
sanatın güzelliği,
sanattaki güzellik.
cereyan:
akım, hareket.
delâlet etmek:
delil olmak, gös-
termek.
delâlet:
delil olma, gösterme.
efrat:
fertler, bireyler.
ehadiyet:
Allah’ın her bir şeyde
birliğini göstermesi.
enva:
türler, neviler, çeşitler.
faide:
fayda, yarar.
gayet:
son derece, çok.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hâkimiyet:
hükmediş, kontrol ve
emir altında bulundurma, itaat et-
tirme.
haşmet:
büyüklük, heybet.
hayvanat:
hayvanlar.
hikmet:
yüksek bilgi; gayeli, fay-
dalı, anlamlı ve yerli yerinde iş
görme.
iaşe:
beslemek, yedirip içirmek.
icat:
vücuda getirme, yoktan ya-
ratma.
icraat:
iş, faaliyetler.
idare:
yönetme, çekip çevirme.
ihata:
kuşatma, sarma.
ihzar etmek:
hazırlamak.
ilim:
biliş, bilgi.
in’am:
nimet verme, nimetlendir-
me.
işaret etmek:
göstermek, bildir-
mek.
itaat:
uyma, emre göre hareket
etme.
kat’î:
kesin.
kemal:
mükemmellik.
kemal-i intizam:
mükemmel ve
kusursuz düzen.
kemal-i nimet:
nimetlerin mü-
kemmelliği.
kudret:
güç, kuvvet.
maslahat:
fayda; maksat.
methetmek:
övmek.
musahhariyet:
emre boyun eğ-
me hâli.
muvafakat:
uygunluk.
nebat:
bitki.
nihayet:
son.
rabbanî:
varlıkları, besleyen,
büyüten, yetiştiren, sevk ve
idare eden Allah’a ait.
rahmet:
şefkat ve merhamet
etme, acıma, esirgeme.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın her
zaman, her yerde ve her var-
lığa muhtaç olduğu şeyleri ver-
mesi, onları yetiştirmesi, uyum
içinde sevk ve idare etmesi.
rûy-i zemin:
yeryüzü.
Sâni:
her şeyi sanatla yaratan
Allah.
sena:
methetme, övme, yü-
celtme.
suret:
şekil, biçim, görünüş.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
şümul:
kaplama, kuşatma.
taallûk:
alâkalı, ilgili olma.
taam:
yemek, yiyecek, gıda.
tarz:
usul, şekil, biçim.
teşekkül etmek:
meydana
gelmek, oluşmak.
Vacibü’l-Vücud:
varlığı zorun-
lu ve gerekli olan ve yokluğu
düşünülemeyen; varlığı Zatî,
ezelî, ebedî olup vücut taba-
kalarının en sağlamı, en kuv-
vetlisi, en esaslısı ve en mü-
kemmeli olan Allah.
vahdaniyet:
Allah’ın bir olu-
şu.
vahdet:
birlik.
vücub-i vücut:
varlığı zorun-
lu, gerekli ve şart olmak, ol-
maması imkânsız olmak.
vüs’at:
genişlik.
zahir:
görünür, açık.
zemin:
yeryüzü.
zerre:
atom, molekül; en kü-
çük parça.
zîhayat:
hayat sahibi, canlı.
MÜNACAT
| 92 |
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
Şualar
1...,82,83,84,85,86,87,88,89,90,91 93,94,95,96,97,98,99,100,101,102,...1581
Powered by FlippingBook