ihsanatınla, senin rahmet ve hikmetinle musahhardırlar
ve senin her bir emrine mutîdirler.
Ey Şiddet-i ZuhurundanGizlenmiş ve Ey Kib-
riya-i Azametinden Tesettür Etmiş Olan Sâni-i
Hakîm ve Hâlık-ı Rahîm!
Bütün eşcar ve nebatatın, bütün yaprak ve çiçek ve
meyvelerin dilleriyle ve adediyle, seni kusurdan, aczden,
şerikten takdis ederek hamdüsena ederim.
Ey Fâtır-ı Kadîr, Ey Müdebbir-i Hakîm, Ey
Mürebbî-i Rahîm!
resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın talimiyle ve
kur’ân-ı Hakîm’in dersiyle anladım ve iman ettim ki:
nasıl nebatat ve eşcar seni tanıyorlar, senin sıfât-ı
kudsiyeni ve esma-i Hüsnanı bildiriyorlar. öyle de, zîha-
yatlardan ruhlu kısmı olan insan ve hayvanattan hiçbirisi
yoktur ki, cisminde gayet muntazam saatler gibi işleyen
ve işlettirilen dâhilî ve haricî azalarıyla ve bedeninde ga-
yet ince bir nizam ve gayet hassas bir mizan ve gayet mü-
him faydalar ile yerleştirilen alât ve duygularıyla ve cese-
dinde gayet sanatlı bir yapılış ve gayet hikmetli bir tefriş
ve gayet dikkatli bir muvazene içinde konulan cihazat-ı
bedeniyesiyle, senin vücub-i vücuduna ve sıfatlarının
tahakkukuna şahadet etmesin. Çünkü, bu kadar basîrâ-
ne nazik sanat ve şuurkârâne ince hikmet ve müdebbirâ-
ne tam muvazeneye, elbette, kör kuvvet ve şuursuz tabi-
at ve serseri tesadüf karışamazlar ve onların işi olamaz
acz:
güçsüzlük, kuvvetsizlik.
alât:
aletler; organlar.
aleyhissalâtü vesselâm:
salât ve
selâm onun üzerine olsun me-
alinde Peygamberimize yapılan
dua.
aza:
organ, uzuv.
basîrâne:
görerek.
ceset:
beden, vücut.
cihazat-ı bedeniye:
vücudun, ci-
hazları, organları.
cisim:
vücut, beden.
dâhilî:
içe ait; içte olan.
Esma-i Hüsna:
Allah’ın güzel isim-
leri.
eşcar:
ağaçlar.
faide:
fayda, yarar.
Fâtır-ı Kadîr:
varlıkları farklı fıt-
ratlarda, farklı yaratılış özellikle-
riyle, benzersiz ve harika şekilde
yaratan, her şeye gücü yeten son-
suz kudret sahibi Allah.
gayet:
son derece, çok.
Hâlık-ı rahîm:
sonsuz şefkat ve
merhamet sahibi, yoktan yaratan
Allah.
hamdüsena etmek:
şükretmek
ve övmek.
haricî:
dışa ait.
hassas:
duyarlı.
hayvanat:
hayvanlar.
hikmet:
yüksek bilgi; gayeli, fay-
dalı, anlamlı ve yerli yerinde iş
görme.
hikmetli:
gayeli ve faydalı, an-
lamlı ve yerli yerinde.
ihsanat:
ikramlar, iyilikler, bağış-
lar.
iman etmek:
inanmak.
kibriya-i azamet:
Allah’a has ve
ait olan son derece büyüklük ve
kudret.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve fayda-
lar bulunan Kur’ân.
kusur:
eksiklik, noksan.
mizan:
ölçü, denge.
muntazam:
düzenli, düzgün.
musahhar:
emre verilmiş, boyun
eğdirilmiş.
mutî:
itaat eden, söz dinleyen,
emre uyan.
muvazene:
ölçü, denge.
müdebbirâne:
her şeyi önceden
düşünerek, tedbirli bir şekilde.
Müdebbir-i Hakîm:
her şeyi be-
lirli gayelere yönelik, faydalı, yerli
yerinde sevk ve idare eden, hik-
met sahibi idareci.
mühim:
önemli.
Mürebbî-i rahîm:
çok çok mer-
hametli, terbiye edici Allah.
nazik:
zarif, ince.
nebatat:
bitkiler.
nizam:
düzen.
rahmet:
şefkat ve merhamet
etme, acıma, esirgeme.
resul-i Ekrem:
çok cömert,
kerîm olan peygamber, Hz.
Muhammed (asm).
sanat:
ustalık, hüner; bir şeyi
güzel yapmak.
Sâni-i Hakîm:
her şeyi gayeli,
faydalı, anlamlı, yerli yerinde
ve sanatlı olarak yaratan Al-
lah.
sıfât:
nitelikler, vasıflar.
sıfât-ı kudsiye:
Allah’ın her
türlü kusur ve çirkinlikten uzak
sıfatları, özellikleri.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
şerik:
ortak.
şiddet-i zuhur:
çok kuvvetli
ve şiddetli şekilde görünme.
şuur:
bilinç,
şuurkârâne:
şuurluca, bilerek
ve farkında olarak.
tabiat:
doğa, yaratılmış şey-
lerin tamamı.
tahakkuk:
delil ile ispat edil-
me, bir şeyin gerçekliğinin an-
laşılması.
takdis etmek:
Allah’ı her tür-
lü kusur ve noksandan uzak
tutmak, temiz ve yüce kabul
etmek.
talim:
öğretme, eğitme.
tefriş:
döşeme, düzenleme.
tesadüf:
rastlantı.
tesettür etmek:
örtünmek,
gizlenmek.
vücub-i vücut:
varlığı zorun-
lu, gerekli ve şart olmak, ol-
maması imkânsız olmak.
zîhayat:
hayat sahibi, canlı.
MÜNACAT
| 94 |
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
Şualar