Şualar - page 93

Hem bu muvakkat handa ve fânî misafirhanede ve kı-
sa bir zamanda ve az bir ömürde, eşcar ve nebatatın el-
leriyle, bu kadar kıymettar ihsanlar ve nimetler ve bu ka-
dar fevkalâde masraflar ve ikramlar işaret, belki şahadet
eder ki: Misafirlerine burada böyle merhametler yapan
kudretli, keremkâr zat-ı rahîm, bütün ettiği masrafı ve
ihsanı, kendini sevdirmek ve tanıttırmak neticesinin ak-
siyle, yani, bütün mahlûkat tarafından, “Bize tattırdı, fa-
kat yedirmeden bizi idam etti” dememek ve dedirmemek
ve saltanat-ı ulûhiyetini ıskat etmemek ve nihayetsiz rah-
metini inkâr etmemek ve ettirmemek ve bütün müştak
dostlarını mahrumiyet cihetinde düşmanlara çevirmemek
noktalarından, elbette ve her hâlde, ebedî bir âlemde,
ebedî bir memlekette, ebedî bırakacak abdlerine, ebedî
rahmet hazinelerinden, ebedî cennetlerinde, ebedî ve
cennete lâyık bir surette meyvedar eşcar ve çiçekli nebat-
lar ihzar etmiştir. Buradakiler ise, müşterilere göstermek
için numunelerdir.
Hem ağaçlar ve nebatlar, umumen yaprak ve çiçek ve
meyvelerinin kelimeleriyle seni takdis ve tesbih ve tahmit
ettikleri gibi, o kelimelerden her birisi dahi ayrıca seni
takdis eder. Hususan meyvelerin bedî bir surette etleri
çok muhtelif, sanatları çok acip, çekirdekleri çok harika
olarak yapılarak, o yemek tablalarını ağaçların ellerine
verip ve nebatların başlarına koyarak zîhayat misafirleri-
ne göndermek cihetinde, lisan-ı hâl olan tesbihatları,
zuhurca lisan-ı kàl derecesine çıkar. Bütün onlar senin
mülkünde, senin kuvvet ve kudretinle, senin irade ve
Şualar
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
| 93 |
MÜNACAT
masraf:
harcama.
merhamet:
acıma, şefkat göster-
me, koruma, iyilik etme.
meyvedar:
meyveli.
misafirhane:
misafirlerin kaldığı
yer.
muhtelif:
çeşitli, farklı.
muvakkat:
geçici; vakitli, süreli.
mülk:
sahip olunan üzerinde ta-
sarruf hakkı bulunulan şey.
müştak:
çok isteyen, arzu eden.
nebat:
bitki.
nebatat:
bitkiler.
netice:
sonuç.
nihayetsiz:
sonsuz.
nimet:
faydalı olan maddî ve ma-
nevî şeyler; ihsan, bağış.
numune:
örnek, misal.
ömür:
hayat süresi.
rahmet:
şefkat ve merhamet et-
me, acıma, esirgeme; maddî ve
manevî nimetler.
saltanat-ı ulûhiyet:
ilâhlık salta-
natı, hâkimiyeti; Allah’ın ortak ka-
bul etmeyen saltanatı, hâkimiye-
ti.
sanat:
bir şeyi yapmada gösteri-
len ustalık; güzel yapılış.
suret:
şekil, biçim.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
tahmit:
Allah’a hamd etme, Onu
övme, şükretme.
takdis:
Allah’ı her türlü kusur ve
noksandan uzak tutma, temiz ve
yüce kabul etme.
tesbih:
Allah’ın şanını yüceltme,
bütün kusur ve noksan sıfatlar-
dan uzak tutma.
tesbihat:
Cenab-ı Hakkın bütün
noksan sıfatlardan uzak ve bütün
mükemmel sıfatlara sahip oldu-
ğunu ifade eden sözler.
umumen:
bütünüyle.
Zat-ı rahîm:
şefkat ve merhamet
sahibi olan Allah.
zîhayat:
hayat sahibi, canlı.
zuhur:
ortaya çıkma, meydana
çıkma.
abd:
kul.
acip:
hayret uyandıran.
âlem:
dünya.
bedî:
hayret verici güzellikte
olan, harika.
cihet:
yön.
ebedî:
sonsuz, hiç bitmeyen.
eşcar:
ağaçlar.
fevkalâde:
olağanüstü.
han:
yolcuların misafir olduğu
yer; dünya.
harika:
hayret ve hayranlık
uyandıran.
hazine:
kıymetli şeylerin sak-
landığı sağlam yer.
hususan:
özellikle.
ıskat etmemek:
düşürmemek,
hükümden kaldırmamak.
ihsan:
iyilik, bağış, ikram.
ihzar etmek:
hazırlamak.
ikram:
gerekli olanı verme,
değer verip ağırlama.
inkâr etmek:
inanmamak, ka-
bul etmemek.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi
yapma veya yapmama konu-
sunda karar verebilme, ve bu
kararı yerine getirebilme gü-
cü.
işaret:
gösterme, bildirme.
keremkâr:
ikram eden, cö-
mert.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
kudret:
güç, kuvvet.
lâyık:
uygun, yakışır.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin
duruşu ve görünüşü ile bir
mana ifade etmesi.
lisan-ı kàl:
söz ile anlatım, ko-
nuşma dili.
mahlûkat:
yaratılmış, yaratık-
lar.
mahrumiyet:
dilediğini, iste-
diğini elde edememe, yoksun
kalma.
1...,83,84,85,86,87,88,89,90,91,92 94,95,96,97,98,99,100,101,102,103,...1581
Powered by FlippingBook