Şualar - page 96

kadar bütün onların rızıklarını yetiştiren rahmetinin had-
siz vüs’atine; ve her biri emirber nefer gibi vazife-i fıtriye-
sini yapmak ve zemin yüzü, her baharda güz mevsimin-
de terhis edilenler yerinde yeniden taht-ı silâha alınmış
bir orduya ordugâh olmak cihetiyle, hâkimiyetinin niha-
yetsiz genişliğine kat’î delâlet ederler.
Hem, nasıl ki hayvanattan her birisi, kâinatın bir kü-
çük nüshası ve bir misal-i musağğarı hükmünde, gayet
derin bir ilim ve gayet dakik bir hikmetle, karışık eczaları
karıştırmayarak ve bütün hayvanların ayrı ayrı suretlerini
şaşırmayarak, hatasız, sehivsiz, noksansız yapılmalarıyla,
ilminin her şeye ihatasına ve hikmetinin her şeye şümu-
lüne, adetlerince işaretler ederler. öyle de, her biri birer
mu’cize-i sanat ve birer harika-i hikmet olacak kadar sa-
natlı ve güzel yapılmasıyla, çok sevdiğin ve teşhirini iste-
diğin sanat-ı rabbaniyenin kemal-i hüsnüne ve gayet de-
recede güzelliğine işaret ve her birisi, hususan yavrular,
gayet nazdar, nazenin bir surette beslenmeleriyle ve he-
veslerinin ve arzularının tatmini cihetiyle, senin inayeti-
nin gayet şirin cemaline hadsiz işaretler ederler.
Ey Rahmanürrahîm, Ey Sadıku’l-Va’di’l-
Emin, ey Malik-i Yevmiddin!
senin resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmının tali-
miyle ve kur’ân-ı Hakîm’inin irşadıyla anladım ki:
aleyhissalâtü vesselâm:
salât ve
selâm onun üzerine olsun me-
alinde Peygamberimize yapılan
dua.
arzu:
istek.
bahar:
ilk bahar.
cemal:
güzellik.
cihet:
yön.
dakik:
ince ve derin.
delâlet etmek:
delil olmak, gös-
termek.
ecza:
cüzler, parçalar.
emirber:
emre göre hareket eden.
gayet:
son derece, çok.
güz:
sonbahar.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hâkimiyet:
hükmediş, kontrol ve
emir altında bulundurma, itaat et-
tirme.
harika-i hikmet:
hikmetin olağa-
nüstü, hayret ve hayranlık uyan-
dıran eseri
hayvanat:
hayvanlar.
heves:
istek, arzu; zevk.
hikmet:
belirli gayelere yönelik,
faydalı, anlamlı ve yerli yerinde
oluş.
hususan:
özellikle.
hükmünde:
gibi.
ihata:
kuşatma, sarma.
ilim:
biliş, bilgi.
inayet:
yardım, lütuf.
irşat:
doğru yolu gösterme.
işaret:
gösterme, bildirme.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin
tamamı, bütün varlıklar.
kat’î:
kesin.
kemal-i hüsün:
güzelliğin mü-
kemmelliği.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve fayda-
lar bulunan Kur’ân.
Malik-i Yevmiddin:
din gününün
sahibi, herkesin dünyada yaptık-
larının karşılığını göreceği yer olan
ahiretin sahibi olan Allah.
misal-i musağğar:
küçültülmüş
örnek.
mu’cize-i sanat:
sanat mu’ci-
zesi.
nazdar:
nazlı.
nazenin:
ince, nazik.
nefer:
asker, er.
nihayetsiz:
sonsuz.
noksan:
eksiklik.
nüsha:
birbirinin aynısı olan
yazılı şeylerden her biri, yazılı
bir şeyden çıkarılan suret.
ordugâh:
ordunun konakladı-
ğı yer.
rahmanü’r-rahîm:
sonsuz
merhamet sahibi olan ve şef-
katle bütün varlıkların rızıkla-
rını veren Allah.
rahmet:
şefkat ve merhamet
etme, acıma, nimetlendirme.
resul-i Ekrem:
çok cömert,
kerîm olan peygamber, Hz.
Muhammed (asm).
rızık:
Allah’ın verdiği nimet-
ler, yiyecek ve içecek şeyler.
Sadıku’l-Va’di’l-Emin:
vaat ve
sözünde mutlaka duran; va-
adinin doğruluğundan emin
olunan Allah.
sanat:
ustalık, hüner, marifet.
sanat-ı rabbaniye:
her şeyi
kendi ölçüleri içerisinde terbi-
ye eden Allah’ın sanatı.
sehiv:
hata, yanlış.
suret:
şekil, biçim.
şümul:
kaplama, kuşatma.
taht-ı silâh:
silâh altı.
talim:
öğretme, eğitme.
tatmin:
doyurma, ihtiyacını
karşılama.
terhis edilme:
vazifelerine son
verilme.
teşhir:
sergileme, gösterme.
vazife-i fıtriye:
yaratılıştan ge-
len görev.
vüs’at:
genişlik.
zemin:
yer.
MÜNACAT
| 96 |
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
Şualar
1...,86,87,88,89,90,91,92,93,94,95 97,98,99,100,101,102,103,104,105,106,...1581
Powered by FlippingBook