Şualar - page 98

cesediyle bâkî âleme gideceği ve her bir nev’in ara sıra
istimal için bir tek cesedi bulunacağı, rivayat-ı sahihadan
(1)
anlaşılmakla beraber; hikmet ve hakikat, hem rahmet
ve rububiyet öyle iktiza ederler.
Ey Kadîr-i Kayyum!
Bütün zîhayat, zîruh, zîşuur, senin mülkünde, yalnız
senin kuvvet ve kudretinle ve ancak senin irade ve ted-
birinle ve rahmet ve hikmetinle, rububiyetinin emirlerine
teshir ve fıtrî vazifelerle tavzif edilmişler. Ve bir kısmı, in-
sanın kuvveti ve galebesi için değil, belki fıtraten insanın
zaafı ve aczi için, rahmet tarafından ona musahhar ol-
muşlar. Ve lisan-ı hâl ve lisan-ı kàl ile sâni’lerini ve Ma’-
bud’larını kusurdan, şerikten takdis ve nimetlerine şükür
ve hamd ederek, her biri ibadet-i mahsusasını yapıyorlar.
Ey Şiddet-i Zuhurundan Gizlenmiş ve Ey
Azamet-i Kibriyasından Perdelenmiş Olan Zat-ı
Akdes!
Bütün zîruhların tesbihatıyla seni takdis etmek niyet
edip,
(2)
x
» n
M m
A r
Àn
T s
?o
c p
A B Én
Ÿr
G n
ø p
e n
?n
©n
L r
øn
e Én
j n
?n
fÉn
ër
Ñ°o
S
diyorum.
Yâ Rabbe’l-Âlemîn, Yâ İlâhe’l-Evvelîne
ve’l-Ahirîn, Yâ Rabbe’s-Semavati ve’l-Aradîn!
resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın talimiyle ve
kur’ân-ı Hakîm’in dersiyle anladım ve iman ettim ki:
acz:
güçsüzlük, kuvvetsizlik.
aleyhissalâtü vesselâm:
salât ve
selâm onun üzerine olsun.
azamet-i kibriya:
Allah’ın kendi-
ne has heybet ve haşmetinin bü-
yüklüğü.
bâkî:
sonsuz, sonu olmayan
fıtraten:
yaratılış olarak, yaratılış
bakımından.
fıtrî:
yaratılıştan gelen, doğal.
galebe:
üstün gelme.
hamd etmek:
Allah’ı övmek, Ona
şükretmek.
hikmet:
yüksek bilgi; gayeli, fay-
dalı, anlamlı ve yerli yerinde iş
görme.
ibadet-i mahsusa:
her bir varlığın
kendisine has ibadeti, kulluğu.
iktiza etmek:
gerektirmek.
İlâhe’l-Evvelîne ve’l-Âhirîn:
ön-
cekilerin ve sonrakilerin, önce ge-
lip gidenlerin ve sonra gelecek
olanların ilâhı olan Allah.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi yap-
ma veya yapmama konusunda
karar verebilme, ve bu kararı ye-
rine getirebilme gücü.
istimal:
kullanma.
Kadîr-i Kayyum:
başlangıcı ol-
maksızın var olan, yarattıklarını
ayakta, varlık âleminde tutan, her
şeye gücü yeten sonsuz güç ve
kuvvet sahibi Allah.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin duru-
şu ve görünüşü ile bir mana ifade
etmesi.
lisan-ı kàl:
söz ile anlatım, konuş-
ma dili.
Ma’bud:
kendisine ibadet edilen,
tapınılan, kulluk edilen Allah.
musahhar olmak:
boyun eğmek,
emrine girmek.
mülk:
sahip olunan üzerinde ta-
sarruf hakkı bulunulan şey.
nevi:
tür, cins.
nimet:
Allah’ın verdiği, faydalı olan
maddî ve manevî şeyler.
rabbe’l-Âlemîn:
âlemlerin Rabbi;
bütün âlemleri uyum içinde sevk
ve idare eden Allah.
rabbe’s-Semavati ve’l-aradîn:
yerlerin ve göklerin Rabbi olan
Allah.
rahmet:
şefkat ve merhamet et-
me, acıma, esirgeme.
resul-i Ekrem:
çok cömert, ke-
rîm olan peygamber, Hz. Muham-
med (asm).
rivayat-ı sahiha:
Peygamberimiz-
den doğru olarak nakledilmiş ri-
vayetler, sözler.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın her za-
man, her yerde ve her varlığa
muhtaç olduğu şeyleri vermesi,
onları yetiştirmesi, uyum içinde
sevk ve idare etmesi.
Sâni:
her şeyi sanatla yaratan Al-
lah.
şerik:
ortak.
şiddet-i zuhur:
çok kuvvetli
ve şiddetli şekilde görünme.
şükür:
Allah’ın verdiği nimet-
lere karşı memnunluğunu ifa-
de etme.
takdis:
Allah’ı her türlü kusur
ve noksandan uzak tutma, te-
miz ve yüce kabul etme.
talim:
öğretme, eğitme.
tavzif edilmek:
görevlendiril-
mek.
tedbir:
neticelerini düşünerek
idare etme, çekip çevirme.
tesbihat:
Cenab-ı Hakkın bü-
tün noksan sıfatlardan uzak
ve bütün mükemmel sıfatlara
sahip olduğunu ifade eden
sözler.
teshir:
boyun eğdirme, itaat
ettirme.
zaaf:
zayıflık.
Zat-ı akdes:
her türlü kusur
ve noksandan uzak olan Zat,
Allah.
zîhayat:
hayat sahibi, canlı.
zîruh:
ruh sahibi.
zîşuur:
şuurlu; anlama, tanı-
ma, kavrama gücüne sahip.
1.
Müsned-iFirdevs, 5:476; Cem’ü’l-Fevaid, 2:748.
2.
Seni tenzih ederiz, ey her canlı şeyi sudan Yaratan! (Dua: Enbiya Suresi: 30. ayetten ikti-
bas.)
MÜNACAT
| 98 |
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
Şualar
1...,88,89,90,91,92,93,94,95,96,97 99,100,101,102,103,104,105,106,107,108,...1581
Powered by FlippingBook