gördüm ve hissettim ve hakkalyakin zevk ettim ki, beka-
mın lezzet ve saadeti, aynen ve daha mükemmel bir tarz-
da Bâkî-i zülkemal’in bekasına ve benim rabbim ve İlâ-
hım olduğuna imanımda ve iz’anımda ve ikanımda var-
dır. Çünkü onun bekasıyla benim için lâyemut bir haki-
kat tahakkuk eder. zira “Benim mahiyetim, hem bâkî,
hem sermedî bir ismin gölgesi olur; daha ölmez” diye şu-
ur-i imanıyla takarrür eder.
Hem o şuur-i imanla mahbub-i mutlak olan kemal-i
Mutlak’ın varlığı bilinmekle, şedit ve fıtrî olan muhabbet-i
zatî tatmin edilir. Hem, Bâkî-i sermedî’nin bekasına ve
varlığına ait o şuur-i imanî ile kâinatın ve nev-i insanın
kemalâtı bilinir ve bulunur ve kemalâta karşı fıtrî meftu-
niyet, hadsiz elemlerden kurtulup zevk ve lezzetini alır.
Hem, o şuur-i imanî ile o Bâkî-i sermedî’ye bir intisap
ve o intisabın im’anıyla umum mülküne bir münasebet
peyda olur ve o münasebet-i intisabî ile hadsiz bir mülke
bir nevi malikiyet gibi –iman gözüyle– bakar, manen is-
tifade eder.
Hem şuur-i imanî ile ve intisap ve münasebet ile
umum mevcudata bir alâka, bir nevi ittisal peyda olur.
Ve o hâlde, ikinci derecede vücud-i şahsîsinden başka
hadsiz bir vücut, o şuur-i imanî ve intisap ve münasebet
ve alâka ve ittisal cihetinde güya onun bir nevi varlığıdır
gibi var olur; varlığa karşı fıtrî aşk teskin edilir.
Hem o şuur-i imanî ve intisap ve münasebet ve alâka-
darlığı cihetiyle, bütün ehl-i kemalâta karşı bir uhuvvet
Şualar
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 107 |
RİSALE-İ HASBİYE
ittisal:
bitişme, birleşme.
iz’an:
basiret, anlayış, teslim olup
itaat etmek.
kemalât:
faziletler, kemaller, ol-
gunluklar, mükemmellikler.
lâyemut:
ölümsüz, sonu olmayan,
hayatı sona ermez.
mahbub-i mutlak:
mutlak olarak
sevilen, sevilmeye layık olan Al-
lah.
mahvolma:
yok olma, ortadan
kalkma, batma.
malikiyet:
sahiplik, sahip olma.
meftuniyet:
hayranlık, aşırı dere-
cede tutkunluk, vurgunluk.
merbut:
bağlı, raptedilmiş.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, mahlûklar.
muhabbet-i zatî:
Allah’ın zatını
sevmek.
mülk:
sahip olunan, üzerinde ta-
sarruf hakkı bulunan her şey.
münasebet:
ilgi, alâka, yakınlık.
münasebet-i intisabî:
intisaptan,
bağlı olmaktan doğan münase-
bet.
nev-i insan:
insan çeşidi, insan
cinsi, insanoğlu.
peyda:
meydana gelme, açığa çık-
ma.
rab:
besleyen, yetiştiren, verdiği
nimetlerle mahlûkatı ıslah ve ter-
biye eden Allah.
saadet:
mutluluk.
sermedî:
ebedî, daimî, sürekli.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
şuur-i imanî:
imanın verdiği bilinç,
iman bilinci.
tahakkuk:
gerçekleşme, delil ile
ispat edilme, kesinleşme.
tahsin:
beğenme, güzel bulma.
takarrür:
yerleşme, kararlı hale
gelme.
takdir:
beğenme.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tatmin:
insanın kalbinin manevî
olarak doyması, huzur ve sükû-
nete ermesi.
teskin:
sakinleştirme, yatıştırma.
uhuvvet:
kardeşlik.
ulvî:
yüksek, yüce.
umum:
bütün.
vekil:
kullarının işlerine ve rızkına
kefil olan, her şeyi idaresi altında
bulunduran, kendisine dayanılan,
gözeten, şahit ve koruyucu Allah.
vücud-i şahsî:
kendi şahsî varlığı
ve vücudu.
vücut:
var olma, varlık.
zayi:
yitik, zarar, ziyan.
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, müna-
sebetli, bağlı.
aşk:
şiddetli sevgi, sevda, gö-
nül verme.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve
kalıcı olan.
Bâkî-i Sermedî:
ezel ve ebedî
kuşatan sonsuzluk sahibi Al-
lah.
Bâkî-i Zülkemal:
ebedî olan
ve mükemmellik sahibi olan
Allah.
beka:
bâkîlik, ebedîlik, son-
suzluk.
cihet:
yön, sebep, vesile.
devam-ı kemalât:
olgunluk-
ların, mükemmelliklerin de-
vam etmesi.
ehl-i kemal:
olgun ve değerli
kişiler, kemal sahibi olanlar.
ehl-i kemalât:
olgun ve de-
ğerli kişiler, kemal sahibi olan-
lar.
elem:
dert, üzüntü, maddî-
manevî ıztırap.
fıtrî:
tabiî, yaratılıştaki, doğuş-
tan olan.
güya:
sanki, sözde.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakkalyakin:
marifet merte-
besinin en yükseği; bir şeyi
yaşayarak, içine girerek, doğ-
ruluğundan şüpheye asla yer
bırakmayacak biçimde kesin
olarak bilme.
ikan:
sağlam biliş, iyi bilme;
delil ve bürhan üzere kabul
ediş.
İlâh:
kendisine ibadet edini-
len tapınılan Ma’bud, Allah.
intisap:
mensup olma, bağ-
lanma, girme.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.