gayet çabuk, gayet kolay, gayet geniş bir dairede gayet
çoklukla halk eder, yapar; kudretinin azamet ve haşme-
ti içinde beraberlik ve benzeyişlik ve birbiri içinde ve bir
tarzda yapılmaları, vahdetini ve ehadiyetini bize gösterir.
Ve böyle hadsiz mu’cizatı ibraz eden bir fiil-i rububiyete
ve bir tasarruf-i hallâkıyete müdahale ve iştirak mümkün
olmadığını bildirir, diye bildim.
sonra,
(1)
Én
æ`o
Ñ°r
ùn
M
‘daki
(2)
É n
f
‘da bulunan ene’ye, yani
nefsime baktım; gördüm ki hayvanat içinde beni dahi
menşeim olan bir katre sudan yaratan yaratmış, mu’ci-
zâne yapmış, kulağımı açıp gözümü takmış. kafama öy-
le bir dimağ sineme öyle bir kalb ağzıma öyle bir dil koy-
muş ki, o dimağ ve kalb ve dilde rahmetin umum hazi-
nelerinde iddihar edilen bütün rahmanî hediyeleri, atiy-
yeleri tartacak, bilecek yüzer mizancıkları, ölçücükleri ve
esma-i Hüsnanın nihayetsiz cilvelerinin definelerini aça-
cak, anlayacak binler aletleri yaratmış, yapmış, yazmış;
kokuların, tatların, renklerin adedince tarifeleri o aletle-
re yardımcı vermiş.
Hem, kemal-i intizam ile bu kadar hassas duyguları ve
hissiyatları ve gayet muntazam bu manevî lâtifeleri ve
bâtınî hassaları bu cismimde derç etmekle beraber, ga-
yet sanatlı bu cihazatı ve cevarihi ve hayat-ı insaniyece
gayet lüzumlu ve mükemmel bu kadar aza ve aletleri bu
vücudumda kemal-i hikmetle yaratmış. tâ ki, nimetleri-
nin bütün nevilerini ve umum çeşitlerini bana tattırsın ve
ihsas etsin ve hadsiz tecelliyat-ı esmasının ayrı ayrı
Şualar
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 115 |
RİSALE-İ HASBİYE
hayat-ı insaniye:
insan hayatı, in-
sana ait olan hayat.
hayvanat:
hayvanlar.
hazine:
zengin ve değerli kaynak.
hissiyat:
hisler, duygular.
ibraz:
meydana çıkarma, ortaya
koyma, gösterme.
iddihar:
biriktirme, toplama, yığ-
ma.
ihsas:
beş duyu hassasıyla his-
setme, duyma.
iştirak:
ortak olma, ortaklık et-
me.
katre:
damla.
kemal-i hikmet:
hikmetin mü-
kemmelliği, tam ve eksiksiz bir
hikmet, mükemmel hikmet ve ga-
ye.
kemal-i intizam:
intizamın mü-
kemmel oluşu, tam ve eksiksiz
düzen.
lâtife:
kalbe bağlı hassas bir duy-
gu.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
menşe:
esas, kaynak.
mizan:
ölçü.
mu’cizâne:
mu’cizeli bir şekilde.
mu’cizat:
mu’cizeler, Allah tara-
fından verilip, yalnız peygamber-
lerin gösterebilecekleri büyük ha-
rika işler.
muntazam:
nizamlı, intizamlı, dü-
zenli ve düzgün biçimde.
müdahale:
karışma.
nefis:
kişinin kendisi, şahsı.
nevi:
çeşit, tür.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
rahmanî:
bütün varlıkların rızık-
larını münasip bir şekilde karşıla-
yan Allah’a ait.
rahmet:
şefkat etmek, merhamet
etmek, esirgemek.
sine:
göğüs.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
tasarruf-ı hallâkıyet:
her şeyi ya-
ratan Allah’ın kendi mülkündeki
tasarrufu, kendi zatına mahsus ic-
raatı.
tecelliyat-ı esma:
isimlerin tecel-
lileri, Cenab-ı Hakka ait isimlerin
kâinat ve mahlûkat üzerinde gö-
rülen tecellileri, tezahürleri.
umum:
bütün.
vahdet:
birlik ve teklik.
vücut:
beden, ceset.
atiyye:
hediye, bahşiş.
aza:
organlar, uzuvlar.
azamet:
büyüklük, ululuk, yü-
celik.
bâtınî:
içe ait, dâhilî.
cevarih:
el, ayak gibi vücut
organları.
cihaz:
cenazenin kaldırılması
için lâzım olan eşya.
cihazat:
cihazlar, uzuvlar, or-
ganlar.
cilve:
tecelli, görüntü.
define:
kıymet ve değeri yük-
sek olan şey, hazine.
derç:
toplama, biriktirme.
dimağ:
akıl, şuur.
ehadiyet:
Allah’ın her bir şey-
de birliğinin tecelli etmesi, gö-
rünmesi.
ene:
ben.
Esma-i Hüsna:
Allah’ın adları,
Allah’ın doksan dokuz güzel
ismi.
fiil-i rububiyet:
Cenab-ı Hak-
kın tedbir, terbiye ve idareye
ait işleri.
gayet:
son derece.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
halk:
yaratma, yaratış.
hassa:
bir kimseye, ya da bir
şeye özel olan nitelik.
haşmet:
ihtişam, heybet, bü-
yüklük.
1.
Bize yeter.
2.
Bize.