(1)
o
?«/
c n
ƒr
dG n
º r
©p
f n
h *G Én
æ o
Ñ°r
ùn
M
dedim ve ebedü’l-ebedîn, daima
tekrar etmek istiyorum.
DörDÜNCÜ MErTEBE-İ NurİYE-İ HaSBİYE
Bir vakit ihtiyarlık, gurbet, hastalık, mağlûbiyet gibi
vücudumu sarsan arızalar, bir gaflet zamanıma rast gelip
–şiddetli alâkadar ve meftun olduğum vücudum, belki
mahlûkatın vücutları ademe gidiyor diye– elim bir endi-
şe verirken, yine ayet-i hasbiyeye müracaat ettim.
dedi: “Manama dikkat et ve iman dürbünüyle bak!”
Ben de baktım ve iman gözüyle gördüm ki; bu zerre-
cik vücudum, hadsiz bir vücudun âyinesi ve nihayetsiz bir
inbisat ile hadsiz vücutları kazanmasına bir vesile ve ken-
dinden daha kıymettar bâkî müteaddit vücutları meyve
veren bir kelime-i hikmet hükmünde bulunduğunu ve
mensubiyet cihetiyle bir an yaşaması ebedî bir vücut ka-
dar kıymettar olduğunu ilmelyakin ile bildim. Çünkü, şu-
ur-i iman ile, bu vücudum Vacibü’l-Vücud’un eseri ve sa-
natı ve cilvesi olduğunu anlamakla, vahşî evhamın had-
siz karanlıklarından ve hadsiz müfarakat ve firakların
elemlerinden kurtulup mevcudata, hususan zîhayatlara
taallûk eden ef’alde, esma-i İlâhiye adedince uhuvvet ra-
bıtalarıyla münasebet peyda ettiğim bütün sevdiğim
mevcudata muvakkat bir firak içinde daimî bir visal var
olduğunu bildim. Malûmdur ki, karyeleri ve şehirleri ve
memleketleri veya taburları ve kumandanları ve üstatları
gibi rabıtaları bir olan adamlar, sevimli bir uhuvvet ve
adem:
yokluk.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, münasebet-
li, bağlı.
arıza:
bozukluk, engel.
ayet-i hasbiye:
‘Allah bize yeter.
O ne güzel vekildir’ manasındaki
‘Hasbünallahü ve ni’me’l-vekîl’
ayet-i kerîmesi.
âyine:
ayna.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve kalı-
cı olan.
cihet:
yön, sebep, vesile.
cilve:
tecelli, görüntü.
daimî:
sürekli, devamlı.
dürbün:
uzak gören, uzağı göste-
ren.
ebedî:
sonu olmayan, daimî, sü-
rekli.
ebedü’l-ebedîn:
sonsuza kadar.
ef’al:
fiiller, işler.
elem:
dert, üzüntü, maddî-mane-
vî ıztırap.
elîm:
şiddetli, çok dert ve keder
veren.
endişe:
kaygı.
esma-i İlâhiye:
Allah’ın isimleri.
evham:
vehimler, zanlar, kuşku-
lar, esassız şeyler, kuruntular.
firak:
ayrılık, hicran.
gaflet:
dikkatsizlik, endişesizlik,
Allah’tan uzaklaşıp nefsin arzula-
rına dalmak.
gurbet:
yabancı yerlere gitme.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
ilmelyakin:
ilim yoluyla kesin ola-
rak bilme.
iman:
inanma, itikat.
inbisat:
yayılma, genişleme.
karye:
köy.
kelime-i hikmet:
hikmet kelime-
si, hikmetli söz.
kumandan:
komutan.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
mağlûbiyet:
yenilgi, yenilme.
mahlûkat:
Allah tarafından yara-
tılanlar.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
meftun:
tutkun, müptelâ, aşırı
bağlanmış.
mensubiyet:
mensup olma, bağlı
oluş.
mertebe-i nuriye-i hasbiye:
“Has-
bünallahü ve ni’me’l-vekil” aye-
tinin nurunun mertebesi, se-
viyesi.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, mahlûklar.
muvakkat:
geçici.
müfarakat:
uzaklaşma, ayrı-
lık.
münasebet:
ilişki, alâka.
müracaat:
başvurma, danış-
ma.
müteaddit:
çok, bir çok.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
peyda etme:
açığa çıkma,
meydana çıkma.
rabıta:
münasebet, alâka, bağ.
şuur-i iman:
iman şuuru.
taallûk:
alâkalı, münasebetli
olma.
tabur:
düzgün sıralar hâlinde
ard arda dizilmiş topluluk.
uhuvvet:
kardeşlik.
üstat:
bir ilim ve sanatta üs-
tün olan kimse, öğretmen.
Vacibü’l-Vücud:
varlığı zarurî
ve zatî olan; varlığı başkasının
varlığına bağlı değil, kendin-
den olup ezelî ve ebedî olan
Allah.
vahşî:
ürkütücü, korkutucu.
vesile:
aracı, vasıta.
visal:
ulaşma, kavuşma.
vücut:
beden, ceset.
zerre:
pek ufak parça, en kü-
çük parça.
zîhayat:
hayat sahibi.
1
. Allah bize yeter; O ne güzel vekildir. (ÂI-i İmran Suresi: 173:)
RİSALE-İ HASBİYE
| 118 |
d
ördÜncÜ
Ş
ua
Şualar