daha kıymettar müteaddit manevî vücutlarını kendi ye-
rinde bırakır, sonra gider. İlmelyakin suretinde bildim.
İşte,
iman ve imandaki şuur ve intisap ile, bu mezkûr
bâkî, manevî vücutlara sahip olunabilir. İman olmazsa,
bütün o vücutlardan mahrum olmakla beraber, zahirî vü-
cudu dahi onun hakkında ademe ve hiçliğe gider gibi za-
yi olur.
Bir zaman bahar çiçeklerinin çabuk mahvolmalarına
çok yazığım geliyordu; hatta, o nazeninlere acıyordum.
Burada beyan edilen hakikat-i imaniye gösterdi ki, o çi-
çekler âlem-i manada çekirdeklerdir. sabıkan beyan et-
tiğimiz ruhtan başka bütün o vücutları meyve veren birer
ağaç, birer sümbül hükmünde, nur-i vücut noktasında
kazançları bire yüzdür. zahirî vücutları mahvolmaz, sak-
lanır. Hem, bâkî olan hakikat-i nev’iyesinin tazelenen su-
retleridir. geçen baharda yaprak, çiçek, meyve gibi
mevcudatı, bu bahardakinin mislidirler. Fark yalnız itiba-
rîdir. o itibarî fark dahi, bu hikmet kelimelerine ve rah-
met sözlerine ve kudret harflerine ayrı ayrı, müteaddit
manaları verdirmek içindir bildim. Yazıklar yerinde,
“Maşaallah, bârekâllah” dedim.
İşte imanın şuuruyla ve iman rabıtasıyla, arz ve sema-
vat sanatkârına intisap noktasında gökleri yıldızlarla, ze-
mini çiçekler ve güzel mahlûklarla yapan, süslendiren ve
böyle her bir sanatta yüzer mu’cize gösteren bir sanatkâ-
rın eser-i sanatı ve böyle hadsiz harikalı bir ustanın yapı-
lışı olmak, ne kadar antika ve kıymettar ve şuuru varsa
ne kadar iftihar eder ve şereflenir diye uzaktan hissettim.
âlem-i mana:
anlamların, mana-
ların oluşturduğu âlem.
antika:
değerli ve mükemmel sa-
nat eseri.
arz:
yer, dünya.
bârekâllah:
Allah mübarek etsin,
hayırlı ve bereketli olsun.
beyan etmek:
açıklamak, bildir-
mek, izah etmek.
eser-i sanat:
sanat eseri, sanat
değeri olan eser.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat-i nev’iye:
türünün haki-
kati.
hakikat-i imaniye:
imana ait olan
gerçek.
harika:
olağanüstü vasıflar taşı-
yan ve hayranlık hissi uyandıran.
hikmet:
İlâhî gaye, gizli sebep.
iftihar:
övünme.
iman:
inanma, itikat.
intisap:
mensup olma, bağ-
lanma, girme.
itibarî:
gerçek olmayan, var-
sayılan.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
mahlûk:
yaratık, Allah tara-
fından yaratılmış olan.
mahvolma:
yok olma, orta-
dan kalkma, batma.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
maşaallah:
Allah’ın istediği gi-
bi, Allah’ın istediği olur anla-
mında hayret ve memnunluk
ifade eden bir ibare.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen,
anılan.
misil:
benzer.
mu’cize:
benzerini yapmak-
tan insanların aciz kaldığı şey.
nazenin:
nazlı, nazik, narin, in-
ce yapılı.
nur-i vücut:
varlığın aydınlığı,
nuru.
rabıta:
bağlılık.
rahmet:
şefkat etmek, mer-
hamet etmek, esirgemek.
sabıkan:
evvelce, bundan ön-
ce.
sanatkâr:
sanatçı, usta.
semavat:
semalar, gökler.
sümbül:
sümbül, zambakgil-
lerden, salkım çiçekli, keskin
kokulu bitki.
şeref:
manevî büyüklük, yü-
celik, onur.
şuur:
bir şeyin inceliklerini iyi-
ce idrak etme, anlayış.
zayi:
elden çıkmış, zarar, zi-
yan.
zemin:
yeryüzü.
RİSALE-İ HASBİYE
| 120 |
d
ördÜncÜ
Ş
ua
Şualar