Şualar - page 130

Aynen öyle de, bu maddî ve cismanî olan âlem-i şahadet
dahi bir cesettir, bir lâfızdır, bir surettir; âlem-i gaybın
perdesi arkasındaki esma-i İlâhiyeye dayanır, hayatlanır,
istinat eder, canlanır, ona bakar, güzelleşir. Bütün mad-
dî güzellikler, kendi hakikatlerinin ve manalarının ma-
nevî güzelliklerinden ileri geliyor. Ve hakikatleri ise, es-
ma-i İlâhiyeden feyiz alırlar ve onların bir nevi gölgeleri-
dir. Ve bu hakikat, risale-i nur’da kat’î ispat edilmiştir.
demek bu kâinatta bulunan bütün güzelliklerin envaı
ve çeşitleri, âlem-i gayb arkasında tecelli eden ve kusur-
dan mukaddes, maddeden mücerret bir cemalin esma
vasıtasıyla cilveleri ve işaretleri ve emaratlarıdır. Fakat,
nasıl ki Vacibü’l-Vücud’un zat-ı Akdes’i, başkalara hiçbir
cihette benzemez ve sıfatları mümkinatın sıfatlarından
hadsiz derece yüksektir; öyle de, onun kudsî cemali,
mümkinatın ve mahlûkatın hüsünlerine benzemez, had-
siz derecede daha âlîdir.
evet, koca cennet bütün hüsün ve cemaliyle bir cilve-
si bulunan ve bir saat müşahedesi ehl-i cennete cenneti
unutturan bir cemal-i sermedî, elbette nihayeti ve şebihi
ve naziri ve misli olmaz.
Malûmdur ki, her şeyin hüsnü kendine göredir; hem
binler tarzda bulunur ve nevilerin ihtilâfı gibi güzellikleri
de ayrı ayrıdır. Meselâ, göz ile hissedilen bir güzellik, ku-
lak ile hissedilen bir hüsün bir olmaması, ve akıl ile feh-
medilen bir hüsn-i aklî, ağız ile zevk edilen bir hüsn-i ta-
am bir olmadığı gibi; kalb, ruh vesair zahirî ve bâtınî duy-
guların istihsan ettikleri ve güzel hissettikleri güzellikler,
âlem-i gayp:
gayp âlemi, görün-
meyen, fakat varlığı kesin olan ve
mahiyeti Allah tarafından bilinen
başka dünyalar.
âlem-i şahadet:
gözle gördüğü-
müz, şahit olduğumuz âlem, kâ-
inat.
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
bâtınî:
içe ait, dâhilî.
cemal-i sermedî:
zaman ve me-
kân gibi bütün kayıtlardan ba-
ğımsız olan güzellik.
cihet:
yön, sebep, vesile.
cismanî:
maddî ve cisimli olmak.
ehl-i Cennet:
Cennet ehli, Cen-
netlikler, Cennette bulunanlar ve-
ya oraya girmeye hak kazanan-
lar.
emarat:
emareler, alâmetler, ni-
şanlar.
enva:
çeşitler, türler, neviler.
esma:
adlar, isimler.
Esma-i İlâhiye:
Allah’ın isimleri.
fehmetmek:
anlamak, kavramak,
idrak etmek.
feyiz:
bolluk, bereket, verimlilik.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hüsn-i aklî:
akla uygun olma-
nın güzelliği.
hüsn-i taam:
güzel yemek.
ihtilâf:
farklı oluş, iki şeyi ara-
sındaki ayrılıklar.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
istihsan:
güzel bulma, beğen-
me.
kudsî:
mukaddes, yüce.
maddî:
madde ile alâkalı, cis-
manî.
mahlûkat:
Allah tarafından ya-
ratılanlar.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
manevî:
maddî olmayan, içe
ait, mana ile ilgili.
meselâ:
örneğin.
misil:
benzer, eş, nazır, tıpkısı.
mücerret:
soyutlanmış olan,
cisim hâlinde bulunmayan.
mümkinat:
yaratılanlar, müm-
kün olanlar, imkân dâhilinde-
kiler, olabilir şeyler.
müşahede:
bir şeyi gözle gör-
me, seyretme.
nazir:
benzer, eş.
nevi:
çeşit, tür.
nihayet:
son, sınır.
sıfat:
vasıf, nitelik.
şebih:
benzer, tıpkı.
tarz:
biçim, şekil, suret.
Vacibü’l-Vücud:
varlığı zarurî
ve zatî olan; varlığı başkasının
varlığına bağlı değil, kendin-
den olup ezelî ve ebedî olan
Allah.
vasıta:
aracılık.
vesaire:
ve başkaları, bunun
gibileri.
zahirî:
görünüşte olan; zahire,
dışa ait olan.
Zat-ı akdes:
en mukaddes zat,
her türlü kusur ve noksandan
uzak ve pak olan zat; Allah.
RİSALE-İ HASBİYE
| 130 |
d
ördÜncÜ
Ş
ua
Şualar
1...,120,121,122,123,124,125,126,127,128,129 131,132,133,134,135,136,137,138,139,140,...1581
Powered by FlippingBook