bir sanatkâr var ki, her bir sanatıyla çok hünerlerini ve
kemalatını teşhir ile kendini sevdirmek ve methüsenası-
nı ettirmek ister.
Hem, zişuur mahlukları minnettar ve mesrur ve ken-
dine dost etmek için, tesadüfe havalesi imkân haricinde
ve umulmadığı yerden leziz nimetlerin her çeşidini onla-
ra ihsan ediyor.
Hem, derin bir şefkati ve yüksek bir merhameti ihsan
eden manevî ve kerîmâne bir muamele, bir muarefe ve
lisan-ı hâl ile ve dostâne bir mükâleme ve dualarına Ra-
hîmâne bir mukabele görünüyor.
demek bu güneş gibi zahir olan tanıttırmak ve sevdir-
mek keyfiyeti arkasında müşahede edilen lezzetlendir-
mek ve nimetlendirmek ikramı ise, gayet esaslı bir ira-
de-i şefkat ve gayet kuvvetli bir arzu-i merhametten ileri
geliyor. Ve böyle kuvvetli bir irade-i şefkat ve rahmet ise,
hiçbir cihette ihtiyacı olmayan bir Müstağni-i Mutlak’ta
bulunması, elbette ve her hâlde, kendini ayinelerde gör-
mek ve göstermek isteyen; ve tezahür etmek, mahiyeti-
nin muktezası; ve tebarüz etmek, hakikatinin şe’ni bulu-
nan nihayet kemalde bir cemal-i bîmisal ve ezelî bir
hüsn-i layezalî ve sermedî bir güzellik vardır ki; o cemal
kendini muhtelif ayinelerde görmek ve göstermek için,
merhamet ve şefkat suretine girmiş, sonra zişuur ayine-
lerinde in’am ve ihsan vaziyetini almış, sonra tahabbüp
ve taarrüf yani kendini tanıttırmak ve bildirmek keyfiye-
tini takmış, sonra masnuatı ziynetlendirmek, güzelleştir-
mek ışığını vermiş.
Şualar
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 135 |
RİSALE-İ HASBİYE
niteliği.
mahlûk:
yaratık, Allah tarafından
yaratılmış olan.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
merhamet:
acımak, şefkat gös-
termek, korumak, esirgemek.
mesrur:
sevinçli, memnun, şen,
sürurlu.
methüsena:
methedip övmek.
minnettar:
bir iyiliğe karşı teşek-
kür duygusu içinde olan.
muamele:
davranma, davranış, bi-
rine karşı her hangi bir davranışta
bulunma.
muarefe:
karşılıklı görüşme, ta-
nışma, bilişme, aşinalık, birbirini
bilip tanıma.
muhtelif:
türlü türlü, çeşitli.
mukabele:
karşılık verme, karşı-
lama.
mukteza:
iktiza eden, gereken.
mükâleme:
konuşma, karşılıklı ko-
nuşma, söyleşme.
Müstağni-i Mutlak:
hiçbir şekilde
hiçbir şeye kesinlikle ve asla ihti-
yacı olmayan Allah.
müşahede:
bir şeyi gözle görme,
seyrederek anlama, seyretme.
nihayet:
son derece.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
rahîmâne:
Rahîm olarak, merha-
met ederek, merhametli olarak.
rahmet:
şefkat etmek, merhamet
etmek, esirgemek.
sanatkâr:
sanatçı, usta.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
şe’n:
iş.
tahabbüp:
sevgi gösterme, mu-
habbet etme.
tearrüf:
karşılıklı anlaşma, tanış-
ma.
tebarüz:
belli olma, görünme, ba-
riz hale gelme.
teşhir:
gösterme, sergileme.
tezahür:
görünme, belirme, orta-
ya çıkma.
zahir:
açık, belli, meydanda.
arzu-i merhamet:
merhamet
etme arzusu, isteği.
âyine:
ayna.
cemal:
güzellik.
cemal-i bîmisal:
misali, ben-
zeri olmayan güzellik.
cihet:
yön, sebep, vesile.
dostâne:
dostlukla, dostça.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ezelî:
ezele mensup, ezel ile
ilgili, öncesiz, başlangıçsız.
hariç:
bir şeyin dışında kal-
ma.
hüner:
marifet, bilgililik, usta-
lık, maharet.
hüsn-i lâyezalî:
hiç bir şekil-
de yok olmayan güzellik.
hüsn-i sermedî:
sonsuz gü-
zellik.
ihsan:
bağışlama, ikram et-
me, lütuf.
ikram:
bağış, ihsan, bir şey
sunma.
imkân:
olabilecek hâlde bu-
lunma, mümkün olma, olabi-
lirlik.
in’am:
nimetlendirme, ihsan
etme.
irade-i şefkat:
acıyarak ve
esirgeyerek sevme isteği, ira-
desi.
kemal:
olgunluk, mükemmel-
lik, kusursuz, tam ve eksiksiz
olma.
kemalât:
faziletler, kemaller,
olgunluklar, mükemmellikler.
kerîmâne:
kerîmce, cömert-
çe, bol ihsan ve ikram ile.
keyfiyet:
bir şeyin nasıl oldu-
ğu, nitelik.
leziz:
lezzetli, tatlı.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin
duruşu ve görünüşü ile bir
mana ifade etmesi.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası,