ÜçÜNCÜ NÜKTE
(1)
o
?«/
c n
ƒr
dG n
ºr
©p
fn
h *G Én
æ o
Ñ°r
ùn
M
ile intisap peyda edilen zat
öyle bir
Vacibü’l-Vücud’
dur ki, bu mevcudat-ı seyyale
onun icat ve vücudunun daima teceddüt eden tecel-
liyatının ancak birer mazharıdır. onunla ve ona intisap-
la ve onun marifetiyle, hadsiz envar-ı vücut hâsıl olur.
ona iman ve intisap olmazsa, had ve hesaba gelmez zu-
lümat-ı adem ve âlâm-ı firak ortaya çıkar.
Bu mevcudat-ı seyyale,
Bâkî-i Sermedî’
nin birer âyi-
nesi olduğundan, zeval ve fenâ ve bekalarında taayyü-
nat-ı itibariyelerinin tebeddülüyle teceddütleriyle bera-
ber, altı cihetle bekaya mazhar olur:
Birincisi
: güzel manaları ve misalî hüviyetleri beka bu-
lur.
İkincisi
: suretleri elvah-ı misaliyede bâkî kalır.
Üçüncüsü
: Uhrevî semereleri beka kazanır.
Dördüncüsü
: onun için bir nevi vücut demek olan, el-
vah-ı mahfuzada temessül eden rabbanî tesbihatı bâkî
kalır.
Beşincisi
: Meşahid-i ilmiye ve menazır-ı sermediyede
bâkî kalır.
Altıncısı
: eğer zîruhlardan ise, ruhu beka bulur.
zira onun mevtinde, fenâsında, zevalinde, ademinde,
zuhurunda ve sönüp gitmesindeki muhtelif keyfiyet ve
vazifeleri, esma-i İlâhiyenin mukteziyatını izhar etmekten
ibarettir. Bu vazife sırrıyladır ki, mevcudat, gayet sür’atli
Şualar
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 145 |
RİSALE-İ HASBİYE
her şey, mahlûklar.
mevcudat-ı seyyale:
akıp giden
varlıklar, aynı yerde ve hâlde kal-
mayıp devamlı değişen varlıklar.
mevt:
ölüm.
misalî:
misale ait, numuneye ait.
muhtelif:
türlü türlü, çeşitli.
mukteziyat:
iktiza edenler, ge-
rektirenler.
mütemessil:
temessül eden, baş-
ka bir kimse veya şeyin şekline
giren.
nevi:
çeşit, tür.
nükte:
ince manalı, düşündürücü
söz.
rabbanî:
terbiye ve idare eden
Cenab-ı Hakka ait, Onunla ilgili.
semere:
meyve, güzel netice.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
taayyünat-ı itibariye:
Allah’ın in-
dinde ve ilm-i İlâhîde bir şeyin var
olup henüz şeklen ortaya çıkma-
mış olması.
teceddüt:
tazelenme, yenilenme.
tecelliyat:
tecelliler, görüntüler.
tesbihat:
tesbihler, Cenab-ı Hak-
kın bütün noksan sıfatlardan uzak
ve bütün kemal sıfatlara sahip ol-
duğunu ifade eden sözler.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete ait,
ahiret âlemiyle ilgili.
Vacibü’l-Vücud:
varlığı zarurî ve
zatî olan; varlığı başkasının varlı-
ğına bağlı değil, kendinden olup
ezelî ve ebedî olan Allah.
vazife:
görev.
zîruh:
ruh sahibi, ruhlu, canlı, ha-
yattar.
zuhur:
görünme, meydana çık-
ma.
zulümat:
karanlıklar.
adem:
yokluk.
cihet:
yön.
elem:
dert, üzüntü, maddî-
manevî ıztırap.
elvah-ı mahfuza:
korunmuş,
muhafaza edilmiş levhalar.
elvah-ı misaliye:
örnek tab-
lolar, misalî manzaralar.
envar-ı vücut:
varlığın nurla-
rı.
esma-i İlâhiye:
Allah’ın isim-
leri.
firak:
ayrılık, hicran.
gayet:
son derece.
had ve hesaba gelmeme:
sa-
yısız ve sınırsız olma.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hâsıl:
meydana gelme, orta-
ya çıkma.
hüviyet:
asıl, mahiyet.
ibaret:
meydana gelen, olu-
şan, müteşekkil.
intisap:
mensup olma, bağ-
lanma, girme.
izhar:
ortaya koyma, açığa çı-
karma, gösterme.
keyfiyet:
bir şeyin nasıl oldu-
ğu, nitelik.
marifet:
bilme, derin bilgi.
mazhar:
bir şeyin çıktığı yer,
zuhur ettiği, göründüğü yer.
menazır-ı sermedîye:
daimî,
sürekli manzaralar.
meşahid-i ilmiye:
ilmî toplan-
tı yerleri.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
1.
Allah bize yeter; O ne güzel vekildir. (ÂI-i İmran Suresi: 173:)